EŞ-ŞEYH MUHAMMED ZÜHDÜ EFENDİ (K.S)

Mehmed Zühdü Efendi, 1882 senesinde Yuntdağı Asmacık Köyü’nde doğdu. Annesinin adı Sultan, babasının adı İbrahim’dir. 6 çocuklu bir ailenin evlâdıdır. Ahmet, Mustafa ve Halil isminde ağabeyleri ile iki tane kız kardeşi vardır. Ahmet Müştak ve İbrahim isminde iki oğlu ve birde kızı vardır. Oğlu İbrahim ile kızı hayattan göçmüşlerdir.
Hafızlığını köyde Bergamalı bir hocada yaptı. Hafızlık yaparken hiçbir gün dersten kalmamıştı. Hafızlığını bitirince, hocası annesine şöyle der: “Sultan Ana bu Mehmed şimdi hafızlık yaparken hiç hocam bana vurmadı” der. Şimdi ben ona vurayım da böyle demesin” diyerek Mehmed Efendiyi ayağa kaldırır cübbesine üç kere vurur.

Hafızlığını bitirince hafızlık duası yapılır. O zaman âdet olduğu üzere bu duâ merâsiminde hafızlığını bitiren talebe Kur’ân-ı Kerim’i başından sonuna kadar önde gelen hocaların önünde okurdu. Mehmed Efendi hafızlık merasiminde Kur’ân-ı Kerim’i başından sonuna kadar farklı hocaların önünde okudu ve bu şekilde hafızlık duası yapıldı.

Hafızlık yaparken bir gün ezberlenmesi zor bir sayfaya gelince, arkadaşları ile ertesi gün ders vermemek üzere anlaşırlar. Gezmeye giderler. Mehmed Efendi gece yatsız Namazında hocasına yarın ders vermeyeceklerini söyler. Hocası çok kızar ve razı olmaz. Ertesi gün hiç kimse ders vermez. Mehmed Efendi sabaha kadar dersini yapıp dersten kalmadan dersini hocasına verir.
Köyünde hıfzını bitirip, Tahsiline Bergama Karacaahmed medresesinde başladı, kulaksız camii medresesinde devam etti.1319 yılında Bergama’ya medresede okumak için gidiyor. Köyde yaşadığı için medresede derslerin ne zaman başladığını bilmiyor. Köyden ayrılıp Bergama’ya vardığında Karacaahmed medresesinde derslerin çoktan başladığını öğreniyor. Bu sırada medresede dersler epey ilerlemiştir. Medresede okuyan talebeler, yeni gelen bu öğrenciyi görünce onun kılık kıyafetine bakıp bir kırlı geldi derler aralarında. O’na oturacak yer bulunamaz. Talebeler bir sınıfın içinde ve derste medresede rahleler üzerinde okunuyor. Her talebenin önünde bir rahle var. Mehmed Efendi’ye sınıfta yer kalmadığı için o dönemde Karacaahmed medresesinin müderrisi Bergama Ahmetbeyler köyünden Müftü lakaplı Sofu Hoca efendidir. Sofu Hoca efendi sınıfta başka yer olmadığından kapıya yakın bir yerde bir taşın üzerinde O’na oturması için yer gösteriyor. Böylece Karacaahmed Medresesi’ndeki öğrenim hayatına başlıyor. Öğrenmeye çok meraklı olduğu için hocasını dikkatli bir şekilde takip ediyor, anlattıklarını dinliyor. Bir gün Sofu Hoca efendi talebelere dersle ilgili bir soru sormuş. Mehmed Efendi yeni katıldığı için ona sormak istememiş. Sofu Hoca efendi sorduğu soruya talebelerden cevap alamayınca, sorunun cevabını kendisi vermiş, konuyu tafsilatlı bir şekilde talebelere anlatmış. Aradan bir hayli zaman geçince daha önce sorduğu bu soruyu talebelere tekrar sormuş. Daha önce ayrıntılı bir şekilde anlattığı bu konuya cevap veren bir talebe çıkmamış. Bunun üzerine Sofu Hoca efendi, konuyu anlattığı günlerde Mehmed Efendi medreseye yeni geldiği için cevabını bilmez düşüncesiyle “sen ne dersin Mehmed?” diye sormuş. O zamana kadar sınıfta sadece anlatılanları dinleyen, hiç konuşmayan Mehmed Efendi, hocası kendisine soruyu sorunca ilk gün hocasının anlattığı şeylerin hepsini eksiksiz bir şekilde sonuna kadar anlatmış. Mehmed efendinin verdiği bu cevap üzerine Sofu Hoca efendinin gözleri yaşarmış ve O’na: “Oğlum ben senin yerini bilememişim, gel buraya yanıma otur.” diyerek Mehmed Efendi’yi yanına oturtmuş.
Bergama Karacaahmed Medresesi ve kulaksız camii medresesinde 18 yaşına kadar okuyup belli bir ilmi seviyeye gelince, daha yüksek bir seviyede ilim tahsilini arzu etmektedir. Bu amaçla arayışlar içinde köyüne geri döner.

Bu sırada Devlet-i Ali Osmani zor durumdadır. Sık sık harplere girmekte, vatanı parçalamak isteyenlere karşı mücadele vermektedir. Bu yüzden sık sık seferberlik ilan edilmektedir. Vatan savunmasına çağırılan Ağabeyi Halil Efendi yemende, Ahmet ve Mustafa Efendiler Çanakkale de şehit olurlar. Hafız Mehmed efendi bu sırada henüz 19'undadır. Annesi Sultan Hanım da onun evlilik yaşının geldiğini düşünmekte ve bir an evvel evlenmesini istemektedir. Fakat Hafız Mehmed Efendi içindeki ilim aşkından ve okuma isteğinden dolayı evlenmek istemez ama annesinin hatırını da kırmaktan çekinir. Annesine:

-"Anacığım ben daha okumak istiyorum. İlim tahsilimi daha tamamlamadım." der.

Annesi:

-"Oğlum daha ne zamana kadar bekleyeceksin yaşın geldi. Ağabeylerin askere gittiler dönmediler. Gözüm görüyorken senin evlendiğini göreyim. Seni ağabeyinin nişanlısıyla evlendirelim." der.

Hafız Mehmet efendi anasının dediklerini onaylamamaktadır ama sesi de çıkmaz. Annesinin onu razı ettiği düşünülerek düğün hazırlıklarına başlanır. Hafız Mehmed efendi bu sırada Bergama'ya gider. Okuntular verilir, düğün günü yaklaşır. Bergama'ya Mehmed efendiye haber salınır. Köy âdeti gereği düğünler üç gün sürerdi. Düğün başlar 1. gün Mehmed efendi ortalarda görünmez. 2. gün geçer Mehmed efendi yine yoktur. 3. gün gelir, kendisinden umut kesildiği bir sırada akşam üzere Mehmed efendi ortaya çıkar. Annesinin yanına gelir hiçbir şeyden haberi yokmuş gibi şaka ile ona:

-"Ana düğününüz mü var?" der.

Annesi çok kızar, kızgınlığından bir de yumruk atar. O zaman Mehmed Efendi annesine der ki:

-"Ben evlenmek istemiyordum. Ama siz beni zorla evlendiriyorsunuz. Akşam gelini getirirsiniz sabah ben tahsile giderim."

Nihayet bütün olanlardan sonra düğün yapılır ve Hafız Mehmed Efendi evlenir.
Mehmed Efendi, evlendikten sonra içindeki okuma hevesi onu rahat bırakmamakta, Bergama Karacaahmed Medresesinde başladığı medrese tahsilinin yüksek kısmına devam etmek istemektedir. Dînî ilimlere karşı duyduğu içindeki bu arzu ile düğünden kısa bir zaman sonra ana-babasının rızasını alır, elini öper ve tahsiline devam etmek için köyden ayrılır, Manisa'ya gelir. Manisa'ya gelir ama ne bir kimseyi tanımaktadır ne de yol bilmektedir. Allah'a tevekkül ederek şimdiki Cumhuriyet Hamamı’nın bulunduğu yere gelir. Kilim Hanı vardır o sırada bu mevkide. Kilim Hanı’nda gecelemeye karar verir. Han’da beklerken bir yolcuyla tanışırlar. Birkaç gün beraber kalırlar. Mehmed Efendi yeni tanıştıkları bu yol arkadaşına dînî ilimleri okuma arzusundan bahseder. Beraber kaldıkları iki gün boyunca o kimse Mehmed Efendi'ye Konya'ya gitmesini, en iyi bir şekilde Konya'da okuyabileceğini söyler. Konya'ya ulaşmak içinde önce İzmir'e gitmesini, sonra da oradan trenle Konya'ya gidebileceğini söyler. İzmir'den başlayan, bazı Ege illerinden geçen ve Doğu Anadolu'ya kadar giden tren yolu hattı Osmanlı Sultanı Abdulhamid Han tarafından yaptırılmıştır. Uzun bir yolculuktan sonra Konya'ya gelir. Konya'da bir medresede derse başlar. 6 ay süreyle o medresede ders okur. Oranın talim usulünü kendisi için yeterli görmez. Konya'da bulunduğu süre içinde Kadınhanı'nda iyi bir medrese olduğunu duyar. 1903 senesinde Konya Kadınhan’a giderek zâhirî ilmini aralıksız sürdürdü. Kadınhanı'ndaki bu medrese, müderrisinin adıyla anılan İsmail Efendi Medresesidir. Artık 6 yıl süreyle son tahsilini yapacağı İsmail Efendi Medresesi'ne gelir. Kendisine yatacak yer olarak o sırada Kadınhanı'nda bulunan bir başka medrese olan Hacı Osman Efendi Medresesi’nde yer gösterirler. Medresenin müderrisi Osman Efendi bu yeni talebeyi çok beğenmiş ondaki okuma aşkından etkilenmiştir. Mehmet Efendi’den kendi medresesinde kalmasını ister. Konya'dan Kadınhanı'ndaki medreseyi görmek ve ders okuma usûlünü görmek amacıyla yola çıkan Mehmed Efendi, eşyalarını yanında getirmemiştir. Osman Efendi yaptığı teklifi kabul eder ama eşyalarını gidip getirmek için izin ister. Osman Efendi buna karşı çıkar ve :
-"Eğer eşyanı almak için Konya'ya gidersen seni oradan geri bırakmazlar, ben sana buradan ihtiyacın olan şeyleri temin ederim."der ve onu Konya'ya salmaz. Eşyalarının getirilmesi için Konya'ya haber salar. Konya'daki medrese arkadaşları ve hocaları bu yeni talebeyi beklemektedirler. Onun için eşyalarını vermek istemezler ama sonunda vermeye razı olurlar.
Böyle başlayan ve 6 sene süren Kadınhanı'ndaki tahsil hayatı boyunca başta hocaları ve talebe arkadaşları olmak üzere herkesin sevgisini kazanır.
İlim tahsil etmek maksadıyla yola çıkan kimse için Rasulullah (a.s) Efendimiz buyuruyor ki:
"İlim talebi için yola çıkan kimse dönünceye kadar Allah yolundadır." (Tirmizi, İlim2; İbn-ü Mace, Mukaddime17)
"Kim ilim talep ederse bu işi geçmişteki günahlarına kefaret olur." (Tirmizi, İlim2)
İki cihan serveri bu buyruklarıyla ilim tahsil edenler için yüksek pâyeler bildirmiştir.
Mehmed Efendi, Kadınhanı'ndaki tahsili sırasında bazı sıkıntılar yaşamıştır. Meselâ kendi ifadesi ile öğrendiğimize göre, yokluk yıllarında uzun süre yağsız bulgur aşı yemiş, kuru üzüm ile ekmek yediğini de ifade etmiştir. Katlandığı bütün bu sıkıntılar, daha sonra onu insanlar tarafından sevilen bir kimse yapmıştır.
Tahsilinin sonlarına doğru artık o zaman için Osmanlı Medrese tedrisatında okunan İslâmî ilimler alanındaki kitapları hocaları ile beraber okumuşlar, en son da Kazmirî isimli kitabı hocaları ile okumaya karar verirler. Hafız Mehmed Efendi kitaba başlamadan önce günde şu kadar okursam şu kadar zamanda biter diye hesap yapar. 6 ayda o kitabı bitirir. Bu süre içinde Hafız Mehmed Efendi kitaptan başını kaldırmadıkça hocası İsmail Efendi de başını kaldıramamıştır.
Medrese tahsili bitince o zaman için yüksek tahsil sayılan bu talebelik hayatının sonunda diploma yerine geçen bir icazetname töreni yapılır. Camide yapılan icazetname töreniyle o dönem o bölgede bulunan medrese hocalarının ve halkın katılımıyla kendisine icazetname verilir.
Hocaları onun orada kalmasını ve medresede hizmet vermesini istemektedirler. Kadınhanı halkı da onu çok sevmiş, hürmet beslemiştir. Ama Mehmet Efendi memleketinden ayrılalı uzun süre olduğu için geri dönmek istemektedir. Kendisine orada kalma teklifi yapan hocalarına:
-"Memleketimden ayrılalı 6 sene oldu. İhtiyar anam – babam var. Beni bekleyen bir zevcem var. Onlara ne oldu bilmiyorum. Bunun için gitmeye mecburum." Der.
Kadınhanı halkı Mehmed Efendi'nin kalması için uzun süre çaba gösterirler ama onu razı edemezler. Onu uğurlamak üzere tren istasyonuna gelirler. Büyük, küçük herkes onu uğurlamak üzere istasyondadır. Ayrılıkların verdiği hüzün istasyonu kaplamıştır. Herkesin gözü yaşlıdır. Hocası Hacı İsmail Efendi O’na:
-“Oğlum okuyup okutmayı senden öğrendim.” der. O’da hocasına:
-“Hocam artık bundan sonra ben gelemem, görüşmemiz mahşere kalır.” diye cevap verir.
Muhammedü’z Zühdü Efendi mübarek bir zât idi. Az uyur, az yerdi. Hakkı söyler, sabrı tavsiye ederdi. Daima Kur’ân okur, kitap mütâlaa ederdi. Her hâli insanlara örnekti. O’nun makamı yüksekti. İnsanlara hizmet etmekti her türlü kastı. İnsanları Hakka çağırmak ve onların cefasına tahammül etmek kolay değildir. Kolay olmayanı, o büyükler yapar. Kullardan gelen her çeşit eza ve cefaya dayanırlar. Herkes yaratanını bulsun, onun razı olduğu halde ömür sürsün, onun huzuruna öyle gitsin isterdi. Hakiki varlığı bulanlar başkadır. Onlar gündüz olunca, halka iyilik için dolaşır. Gece oluncada , hak tealaya ibadet ederler. İç alemine dönerler. Gözleri gönülleri öbür aleme dönüktür. Hak katında olanlar, onlar için önem taşır. Bütün gayeleri onları hak kapısına götürmekten ibarettir. O mübarekte onu yaptı. Öyle yaşadı. Köydeki mütevâzi ev, her gün misafirlerle dolup taşardı. Ağırlık Manisa ve çevresinden olmak üzere İzmir’den, Ankara’dan, hatta Mersin’den bile insanlar onu ziyarete gelirler; ondan bir nasihat duymak, yahut bir dua almak veya derdine derman aramak maksadıyla gönül dünyalarını mânevî esintilerle serinletirlerdi. Bazı günlerde o kadar çok ziyaretçi gelirdi ki, gün de 15 – 20 sofra kurulduğu olurdu. Böylece gelenler hem karınlarını doyururlar hem de Mehmed Efendi’nin sohbetinde bulunarak içlerindeki mânevî açlığı gidermiş olurlardı.
Misafirleri arasında her kesimden insanlar vardı. Bir defasında yağmurlu bir kış gününde Recepli Köyüne satıcılık yapan bir kadının yolu düşer. Satıcı kadın, köye gelir. Kap kacak satmaktadır. Üstü başı çok kirlidir. Yağmurla ıslanan elbiseleri etrafa kötü kokular yaymaktadır. Köy âdeti gereği cami odasında misafir edilmek istenir. Köylüler onu cami odasına yerleştirirler. Mehmed Efendi bunu duyunca gönlü buna razı olmaz. Çünkü o kadın da görünümü ve elbiseleri nasıl olursa olsun Allah’ın yarattığı en şerefli varlık olan bir insandır ve üstelik köye dışarıdan gelen bir misafirdir. Derhal oğlu Ahmed Müştak Efendi’yi cami odasına göndererek o kadını eve getirmesini ve evde misafir etmelerini ister. Evde bulunan aile fertlerine de o kadına iyi davranmalarını ve güler yüz göstermelerini, yüzlerini buruşturmamalarını tembihler. Kadın eve getirilir. Önce yağmurdan sırılsıklam olmuş elbiseleri, evde bulunan kadınların elbiseleri ile değiştirilir ve ocak başında kurutulur. Sonra sıcacık bir yemekle karnı iyice doyurulur. Arkasından da yatması için kendisine temiz bir yatak verilir. Bir misafirin rahat etmesi için gereken her şey o kadın için yapılır.
Bu davranışıyla Mehmed Efendi, hem âile halkına misafire ikramın nasıl olması gerektiği hususunda örnek oluyor, hem de “Allah’a ve Ahiret gününe inanan misafirine ikram etsin.” buyuran Allah Rasûlü’nün sünneti-i seniyyesine uymuş oluyordu.
Gece saat 12'ye kadar kendi günlük ibadetleriyle ve gelen misafirlerle ilgilenir, o saatten sonra iki oğlu İbrahim ve Ahmed Müştak Efendi'ye Arapça dersi verirdi. Gündüzleri bütün gün boyunca yaramazlık yapan çocuklarda dâhil olmak üzere, hiç kimseye kızmaz, darılmaz, hep tebessüm eder, hoş görürdü. Adeta “yaratılanı hoş gör yaratandan ötürü” diyen Yunus Emre misali âile efradına kızmaz, çocukları azarlamaz, gördüğü yanlışları yumuşak bir dille uyarırdı.
Bir gün namaz kılmak için seccadesinin üzerine gelince, o zamanlar daha küçük bir çocuk olan torunu Meryem, çocuk aklıyla seccadenin üzerine gelip tam secde edeceği yere yattı. Mehmed Efendi, küçük Meryem’e muhatabı sanki büyük bir insanmışçasına sorar: “Yavrum oradan kalkmayacak mısın?” Küçük Meryem: “Hayır kalkmayacağım” diye cevap verir. Mehmed Efendi bunun üzerine o küçük çocuğa kızmadan “O zaman sen bana yüzünü değil, arkanı dön de, ben namazımı kılıvereyim.”
Bu cevabıyla Mehmed Efendi, hem fıkhen, namaz kılan bir kimsenin önünde yatan biri var ise, yatan kimsenin yüzünü sırtı namaz kılanın önüne gelecek şekilde öbür tarafa dönmesinin namaza bir zarar vermeyeceğini öğretmiş oluyor, hem de gördüğü bir yanlışı yumuşak bir dille düzeltmiş.
Tuvalete her gittiğinde elbisesini değiştirir, necasete dikkat ederdi. Tam manası ile gönül temizliğine ulaşmanın, bedeni ve elbiseyi necasetten sakınmakla ve temizlemekle olacağını göstermek isterdi sanki…
Bir tabak tarhana çorbasından örnek verirdi sofraya oturduklarında. Torunu Meryem'e şöyle derdi: Hadi bakalım beraber sayalım Tarhana çorbasını içinde bulunanları. Un var, yağ var, tuz var, su var… Bu kadar çok maddenin bir araya gelmesi ile meydana gelen tarhana çorbasının Cenâb-ı Hâkk’ın insana bahşettiği hayat nimetlerinden sadece birisi olduğunu, insanın farkında olmadan daha nice nimetlerden istifade ettiğini, bütün bu nimetlere şükretmenin kulluk borcu olduğunu küçük bir çocuğu muhatap alarak öğretirdi .
Mânevî ilmini Seydişehirli Hacı Abdullah Efendi’nin halîfesi Akhisarlı Abdülcelil Efendi’den aldı. Abdülcelil Efendi’nin çok sevgili halifelerinden olan Muhammedü’z Zühdü Efendi İnsanları irşâd etmek için kendisine irşâd vazîfesi verilince rahat yatak yüzü görmemiştir. Bir seccâdenin üzerinde ömür sürmüştür.
1909’da Asmacığa dönünce, köylüler tarafından yaptırılan medresede 16 sene talebe okuttu. 1925 senesinde Recepli Köyü’ne hicret etti.Mehmed Efendi’nin ömrünün önemli bir kısmı Recepli Köyü’ndeki mütevâzi evinin, küçük odasında geçmiştir. O oda öyle bir odadır ki, yemek orada pişirilir, gelen misafirleri ağırlamak için sofra orada kurulur, evin küçükleri o odada oynarlar ve Mehmed Efendi’nin Cenâb-ı Hâk ile kurbiyyet (yakınlık) tesis ettiği seccadesi de aynı odanın bir kenarındadır. İbadetini orada yapar, gelen misafire orada nasihat ederdi.
Son okuduğu âyetin son cümlesi: “( o ne güzel Mevlâ, o ne güzel dosttur)” anlamında olan âyet-i kerimeyi okuyup aile efradına elveda deyip, 15 Nisan 1962 sabahı gün doğmadan önce Rabbisine teslim oldu.