EŞ-ŞEYH HACI HASAN DİNÇ (YAHYALI) (K.S)

A - Şemaili
Orta boylu, buğday benizli, kaşları hilâl gibi, alınları pırıl pırıl, lâtif bir sîmâya sahip idi.
B - Doğumu ve Nesebi
H. Hasan Efendi (K.S.) 1339 (M. 1914) Kayseri'nin Yahyalı İlçesi. Kayacık Mahallesi'nde dünyaya geldi. Büyük dedesi seyyidlerden. Hacı Os-manzâde, dedesi H. Ahmed Efendi, babaannesi de Ümmügülsüm Hanımdır. Babaları, Erbilli Muhammed Esad Efendi (K.S.) hz.'nin halifesi Mustafa Hulusi Efendi, anneleri de Baba Hocalardan H. Mehmed Hoca'nın kızı Ayşe hanımdır.
Her iki yönden, Peygamberimiz (s.a.v.)'in nur nesline dayanan asil bir ailedendir.
C - Çocukluk Dönemi
Yakînen tanıyanların ifadesine göre, üç yaşında başından geçenleri hatırlayacak kadar keskin bir zekaya, ruhunun derinliklerinde taşıdığı ulvî seciye ve yüksek karakteri aksettiren bir olgunluğa sahipti. Kötü söz duyulmazdı ağzından. Kimseyle dövüşüp çekişmez, sokak çocuklarıyla oynamazdı. Arkadaşlarıyla oynarken dizdiği taşlarda bile bir düzen bir intizam bulunurdu. Altı-yedi yaşlarında mahallenin yakınındaki Deve Kayası denen bir taştan düşüp ayağı kırıldığında duygularını şu dörtlüklerle dile getirmiştir:

Tıfl iken cezbe buldum
Musibetle ibtilâ oldum,
Şükür olsun sabır kıldım
Hamdimiz Mevlâya olsun.

Cesedim kayadan düştü,
Ciğerim yandı tutuştu,
Mürşidim geldi yetişti,
Hamdimiz Mevlâya olrun

Sabî idim sabreyledim,
Her dâim şükreyledim,
Allah'tan hediye bildim,
Hamdimiz Mevlâya olsun.
D - Gençliği
"On dörtte vurdular mânevi aşı.
Durmadan akardı gözümün yaşı." dizeleriyle başlayan şiirlerinden anlaşıldığına göre on dört yaşında babalarından ders alarak fiilen tasavvuf yoluna girerler. Dersler... Zikirler... Sohbetler...
Kılavuz Hafız isimli bir arkadaşı can dostudur. Her dem beraberler... Allah için sevmenin, onun için dost olmanın örneğini sergilerler. Mustafa Hulusi Efendiyi maddi anlamda bir baba olmaktan öte, manevi bir baba, bir önder olarak çok sevmişlerdi. İkaz anlamı taşıyan ciddi bir üslûpla, "Hasan!" dese, gayretinden bayılacak gibi olurlardı.
Giyim, kuşam ve temizlik konusunda da son derece dikkatlidirler. Dışlarında da içlerindeki gibi bir düzen ve tertip hakimdi. Zamanın âlimlerinden Muştan Hoca Efendinin fıkıh derslerine katılırlar bir süre. Oldukça zeki ve kabiliyetlidirler.
Birgün Kılavuz Hafızla birlikte Adana'ya giderken başlarından şöyle bir olay geçer: Niğde hududlarında bir köy. Gece orada misafir kalacaklar. Akşam ezanı sırasında köyün camiine varıyorlar. İmam Efendi, her şeyi en iyi kendisinin bildiğini zanneden, herkese tepeden bakan, fötr şapkalı tipik bir adam. İmam, ezanı okuyup inerken, avluda bekleyen tanımadığı iki genci görüce duraklıyor. Tuhaf tuhaf yüzlerine bakıyor. Sonra da in misiniz, cin misiniz? der gibi, "Necisiniz?" diye soruyor. Bu garip davranışa Hadis-i Şerifle cevap veriyor H. Hasan Efendi "Mü'mi-nin ferasetinden sakınınız! Çünkü o, Allah'ın nuruyla nazar eder." Hoca beklemediği bu cevap karşısında şaşkına dönüyor, fakat inadından vazgeçmiyor. İllâ bilgiçliğini ortaya koyma veya karşısındakini mat etme çabasında. Akşam misafir oldukları evde, köylülerin yanında yine sataşma. Sigaranın hükmünü soruyor ve imtihan ediyor aklınca. Fakat aldığı anlamlı cevaplar karşısında, daha fazla rezil olmamak için çareyi kaçmakta buluyor. Ve Efendi hz.'leri bu olayı daha sonra hikâye ederken, tevazuan aşağıdaki mısralarla yorumluyorlar:
"Bir sinek bir kartalı salladı vurdu yere
Yalan değil gerçektir ben de gördüm tozunu."

E - Evlenmesi
Babaları Şeyh Mustafa Efendi, Adana yöresinden Ali Hoca isimli bir aşiretle Yahyalı'da, Yahya Efendi Medresesinde birlikte tahsil yapıyorlar. Ali Hoca çok saygı duyduğu Mustafa Efendi ile akraba olmak ister ve Şeyh Mustafa Efendi'nin kitabının arasına bir kağıt bırakır. "Kızımı, oğlun Ha-san'a vermek istiyorum." yazılıdır kağıtta. Konu aile meclisinde konuşulur. Fizikî cazibesi, edebi, ahlâkı ve asaleti sebebiyle kızını vermek isteyenler çok. Ancak Mustafa Efendi. Meryem Hanımı oğluna alarak, onu, göçebe hayatın zor şartlarından kurtarmak istemektedir. Anneleri de uygun görür. Böylece evlilik kararı verilir. Fakat Ayşe Hanım, kıymetli evladının mürüvvetini göremeden, düğünden altı ay önce vefat eder. Edep ve haya timsali bu muhtereme Hanım, ileride M. Sami Ramazanoğlu (K.S.) hz.'lerinin de ziyaret edeceği Yahyalı Derebağ Kasabasındaki mezarda medfûndur.
Diğer taraftan Ali Hoca kızını eliyle getirip teslim eder. Birkaç ay nişanlı kaldıktan sonra düğün yapılır. Çeyiz eşyası: bir yorgan, halı, heybe, yastık ve birkaç parça kabdan ibarettir.
Halen hayatta olan, üç erkek, dört kız evladı bu evlilikten olmuştur.

F - Askerliği
1939 yılında askere gidiyorlar. İlk durak Adana-Dörtyol. Kışlaya teslim olmadan önce Sami Efendi (K.S.) hz.'leriyle görüşüp dualarını alırlar.Dörtyol'da ricâlullahtan Fırıncı Mehmet Efendi ile tanışırlar. Askerlik yaparken bile manevi hizmetlerden geri kalmamışlardı. Zaman zaman komutanlarından izin alınarak camilere vaaz u nasihata götürülüyor, dua ettiriliyor, ağlayanlar, inleyenler, bayılanlar oluyor.
O sıralarda Sami Efendi (K.S.) Hazretlerine kutbiyet makamı veriliyor. H. Hasan Efendi bunu manen hissedip beyitler yazıyordu.

Daha sonra İstanbul Yalova'ya dağıtım yapıldı. Askerliği boyunca inancından taviz vermeden, herkesle güzel geçinip takdir topluyorlardı. Hiç izin kullanmadığı askerliğini bitirirken, komutanlarına hitaben yazdığı veda şiirini okuyunca; komutanları böyle bir askerden ayrılmanın üzüntüsünü yüreklerinde derinden hissederler.
Memleketine dönüşünde büyük bir sevinçle karşılanır. Derin sevgileri ifade eden şiirler yazar sevenleri

G - İlim Tahsili
Dinî eğitimin yasak olduğu zulüm dönemlerinde Mustafa Hulusi Efendi endişelenir, evladımızı nasıl yetiştireceğiz diye. Annesi Ayşe Hanım cevap verir: "Telaş etme efendi, ben evladımı rüyamda Rasûlullah (S.A.V.) Efendimizin dizinin dibinde okurken gördüm."
Fıtratında yaratılıştan gelen bir ayrıcalık, aşk ve rikkat vardı. İstanbul'dan Esad Efendi hz.'lerini ziyaretten dönen babalarını yoğun bir kalabalıkla birlikte karşılarken büyük bir heyecan ve feyz hisseder, içinde... Akan gözyaşlarını gizlerler, kırk yaşındaki insan gibidir sanki. . On-oniki yaşlarında annesi onun yanında rastgele konuşmaktan çekinmeye başlamıştır.

Yaylada iken bir rüya görürler. Uyanınca ilk sözleri "Babacığım, kutb-u cihan, gavsül-a'zâm kime denir?" olmuştur. Hayal dünyası evliyâullahın hasreti ve muhabbetiyle doluydu. Anne ve babasının manevi sohbetlerinden ve zikir meclislerinden hiç ayrılmazlardı.
H - Manevî Emanetin Verilmesi
Sami Ramazanoğlu (k.s.)'nun Kayseri'nin ilçesi Yeşilhisar ve şifalı suyun bulunduğu içmeceye teşriflerinde babaları Şeyh Mustafa Hulusi (k.s.), kayınpederleri Ali Koca Hoca Efendi ve Kılavuz Hafızla kendilerini ziyaretine giderler. Yolda babaları vazifelerini sorar hepsi tek tek derslerini anlatırlar. H. Hasan Efendi ise: "Ben halimi üstadımıza arzederim" buyurur. Ziyaret esnasında yolda geçen bu hâdise Sami Ramazanoğlu (k.s)'na anlatılınca, H. Hasan Efendiyle hususi görüşür. Şeyh Mustafa (k.s.)'ya "Mustafa Efendi, Hacı Hasan Efendi ve icazet veriyorum, bundan sonra ihvanın derslerini sormaya, vazife vermeye kendilerini tayin ediyorum" buyururlar. Bu icazetin ardından H.Hasan Efendi çok ağlarlar. Babaları sebebini sorunca; "Baba, bana sizin irtihaliniz ilham oluyor" buyururlar. Hakikaten de öyle olur. Bu hadiseden on üç gün sonra bir Cumartesi günü Fecr suresinin 27-30 ayeti celilelerini okuyarak Rabbimize kavuşurlar. H. Hasan Efendimiz (k.s.)'in icazet aldığı tarih 1939'dur.
Kâdirî icazetnamelerini de yine aynı mevkide Yeşilhisar'ın şifalı sularının bulunduğu içmecede (1965) yılında alırlar.
Bununla alakalı bir hadiseyi Hacı Hasan Efendi şöyle anlatırlardı: "Efendimiz bizi çadırlarına aldılar. Hasan Efendi! Abdülkadir Geylâni (k.s.)'nin emriyle yazılan Kâdirî icazetnamemiz budur, sizi de bu hususta vekil tayin ediyorum. Kadınlar (500), erkekler (1000) Tevhid okusunlar, her yüz tevhidde bir defa da 'Muhammedurrasulullah' desinler" buyurdular. Üstadımız bize. "Efendimize inanmıyormu idik ki Kâdirî icazetlerini gösterdiler? Böyle bir emir geldi deseler biz yine inanırdık" buyurdular. Hacı Hasan Efedi bu hadiseyi hatırladıkça "Acaba teslimiyetimizde mi bir eksiklik var?" diye üzülürlerdi.
Halkı irşad için de Sami Ramazanoğlu (k.s.) "Üç ihlas bir fatiha oku ruhlara gönder Hasan Efendi" buyururlar. Cami, vesair yerlerde yapmış oldukları vaaz ve sohbetlerde binlerce kişi hakikati görür.
1955 yılında adana Şeyhoğlu Camii'nde Ramazan-ı Şerifteki vaazlarında cemaatin onbin kişi olduğunu, fellahların imana geldiğini, fuhuş mahalline giden kadınların tesadüfen Hocaefendinin vaazlarını işitip oldukları yere, ağlayarak yığılıp kaldıklarını, "Allah'ım bizi affetmez mi?" diyerek Adana'nın müftüsü Abdullah Develioğlu'na müracaat ettiklerini anlatırlar. Abdullah Develioğlu da şöyle nakleder: "Ben Hasan Efendi'yi okutmaya-cakmısın Mustafa Efendi diye pederlerine sorduğumda; "Biz onu manen okutuyoruz" demişlerdi. Binlerce insanın irşadını görünce hakikati anladım. Adana'daki vaazlarında Hocaefendiyi mütevazi bir şekilde sağ taraflarından Peygamberimiz (s.a.v.)'in tuttuğunu, sol taraflarından da Sami Efendi'nin tuttuğunu düşünerek giderler, daha yürürken gözyaşlarını tutamayanlar çok olur. Kürsüye çıktıklarında kendileri de cemaat de on dakika kadar ağlardı. Hacı Hasan Efendi'nin gördükleri başkalarının ise görmedikleri bir zât da "iftihar etme Hasan efendi, aman!" der ve kaybolur. Sami Ramazanoğlu (k.s.) o günlerde "Adana'da çok feyz var" buyururlar.

Babaları Şeyh Mustafa (k.s.) hanımları Aişe valideye durumun müsait olmamasından dolayı evladımı tam manasıyla okutamadım deyince, Valide Sultan "Üstadım, oğlumuz Hasan Efendi için endişe etme, mânâ aleminde Peygamberimiz (s.a.v.)'in mübarek dizlerine koymuş ben onu kitabını okurken gördüm" der. Son anlarında H. Hasan Efendi yakınlarından birine "Her hoca bizi dinliyor, sebebi nedir bilir misiniz?" dediklerinde "Hayır Efendim, bilmiyoruz" deyince: "Bize harflerin talimini Peygamberimiz (s.a.v.) öğretti" buyururlar. Emir Buhâri hazretlerinin buyurduğu gibi kendini hesaba çekmeye çalışan sonunda da mahcup olan hocalar "Babam! Bir kimsenin medresesi Arş-ı A'zam, Hocası Fahr-i âlem olursa, O'na kimin gücü yeter?" der. H. Hasan Efendi de aynı sırlara mazhar olunca bizim gibi acizler onun hakkında neyi anlatabilirler? Ancak deryadan bir damlayı sunabiliyoruz. Zahirde gördüklerimiz bu, batında olanlar Hakk ile kendi aralarında.

Nakşî ve Kâdirî icazetleri olan Hacı Hasan Efendi bu vesikaların yanında iki lütfa daha mazhardırlar. O da mahviyyet ve mahfiyyet. Mahviyyet, gönülden Allah'tan başka şeylerin silinmesidir. Mahfiyyet ise gizliliktir. Enbiyadan biri vahyi rüya yoluyla alır. Mevlâmız bu altın tası gizlemesini emreder. Ne kadar gizlese de ortaya çıkar. Sebebini sorunca Allah (c.c), "Bu güzel amellerdir, kişi ne kadar gizlese yine zahir olur" buyurur. Hacı Hasan Efendi de aynen öyle kendini gizler, zahiri iltifatlardan hoşlanmazlardı. Medine-i münevvere'den Mersinli Yusuf Amcadan hediye geldi. Üzerinde Yahyalı'lı Nakşi halifesi Hasan Efendi'ye verilecek yazılıydı. Hacı Hasan Efendi "Ne halifesi, biz Cenâb-ı Hak'ın en aciz kuluyuz" diye ifade etmişlerdi. (1976) Sami Efendi "Medine-i Münevvere'de Nakşî Halifelerinden Hasan Efendi duâ buyuracak" dediklerinde Hacı Hasan Efendi, "Nakşi halifesi dediklerinde haya ve utancımdan sanki belkemiğim sızladı" buyurmuşlardı. Kendilerini hiçbir şeye layık görmezlerdi. Manevi iltifatlara da layık değildik, ama Cenab-ı Hakk lütfetti" buyurmuşlardı.
Sami Ramazanoğlu (k.s.) 1978 yılında mümtaz bir topluluğun huzurunda üç defa "vekilimsin" buyururlar. Medine-i Münevvere'ye hicretlerinde de yakınlarına "Hasan Efendi'yi her beldeden grup grup ziyaret etsinler. O bir beldeye gelirse sohbetine iştirak etsinler" buyurur. 1980 yılında Hacı Hasan Efendi umreye gittiklerinde Sami Ramazanoğlu (k.s.)'nu ziyaret etmek için pekçok kişi müracaat eder ancak izin alınamaz. H. Hasan Efendiye ziyaret arzusunu söyleyince kabul buyururlar. Hacı Hasan Efendimize pek çok ikramlar yapılır. Ayrılacakları zaman üç defa müsafaha ederler. Her defasında Hacı Hasan Efendi geriye doğru çekilirken Hasan Efendi tekrar müsafaha edelim, buyurur. Her bir defasında "vekilimsin" derler. Damatları Ömer Kirazoğlu "Bu iltifat hiçbir kimseye yapılmadı, siz sevinmiyor musunuz?" deyince, "Ömer Bey kusurlarım gözlerimin önüne geliyor" buyururlar.

I - İrşad ve Cihad Dönemi
Askerlik dönüşü bir taraftan geçimlerini levha yazarak temin ederken bir taraftan da manevi hizmetlerine devam ediyorlar. 1946'da yanlarında halaları olduğu halde, gemi ile hacca giderler. 93 gün süren bu hac yolculuğu sonrasında da aşk ve şevk dolu hizmetlerine devam eder.
1955 yılında Adana Şeyhoğlu Camiinde iki yıl üst üste vaaz etmişlerdi. Daha sonra bu vaazlar Ceyhan, Kozan, Niğde, Develi gibi çevre yerleşim merkezlerinde devam etti. Bir ara Yahyalı'nın Yerköy köyüne yerleştiler. İrşad niyetiyle dört yıl kadar burada kaldılar. Köyde daha önce birkaç kişi namaz kılarken; kadın, erkek, çoluk-çocuk bütün köy halkı namaza başlamıştı. Ayrıca kendi beldeleri Yahyalı'da 10 yıla yakın fahri vaizlik yaparken, bir taraftan da tasavvufi sohbetler devam ediyordu. Vaazını dinleyen, sohbetinde bulunan nice insanlar, eşkiya gibi iken evliya gibi, odun gibi iken ipek gibi oluyorlardı. Çünkü yaşayarak örnek oluyorlar, üstadlarından aldıkları terbiye ile hayatta kimseyi incitmiyor, herkese faydalı olmak için çırpınıyorlardı.

Aile fertlerinden birisi şöyle anlatıyor: Çocukları yatırdıktan sonra gaz-lambasının ışığında gece yarılarına kadar kitap okurlardı. Yatılı misafirleriyle candan ilgilenir, geç saatlere kadar sohbet, zikir, fikir, tefekkürle manevî ziyafetler verirlerdi. Yakın akrabalarına çok ilgi gösterir, imkan nisbetinde ihtiyaçlarını giderirlerdi. Fakat fukarayı gözetir, evde pişen yemeklerden tabak tabak komşularına gönderirlerdi. "Bir mahallede zengin uarsa fakir yok, fakir uarsa zengin yoktur. " buyururlardı. Nerede bir hasta var. mutlaka ziyaret eder. cenaze sahiplerine taziyede bulunmayı ihmal etmezlerdi.

Son derece temiz, düzenli ve planlı bir hayatları vardı. Dışardan gelen misafirler, eşraftan insanlar Onda misafir kalırlardı.
İ - Hastalığı ve İrtihali
Cenab-ı Hak sevdiklerine derdi çok veriyor, Efendi hazretlerinin de bir çok rahatsızlıkları olduğu halde hizmetlerini ihmal etmemeye çalışırlardı. Doktora ve ilaca başvurmakla beraber tabiî tedavi metodlarını uygularlardı. Romatizma için Ilgın, Haymana ve Bursa kaplıcalarına giderlerdi.
1976'da şeker hastalığından ciddi şekilde rahatsızlandılar Şeker 450"ye çıkmış. Fakat Efendi hazretlerinde davranışlar ve konuşma normal. Doktorlar hayret içinde: ''Bu şekerle bu denge mümkün değil!" derler. 15 gün Ankara Numune hastanesinde tedavi görürler. Akın akın ziyaretler olur, hastalarda ve hasta bakıcılarda güzel değişmeler meydana gelir. 1982'de Ankara'da gözlerinden katarakt ameliyatı olurlar. 1984'den itibaren kendisine sık sık şeker ve kalp tedavisi yapılır, zaman zaman hastanede yatarak tedavi görürlerdi.

Kayseri Tıp Fakültesi hastanesinde kalbinden rahatsız olarak yatarken, başına toplanan tıp öğrencilerine, ziyaretçilere ve hizmet eden hastane personeline sohbet etmeyi, dini öğütler vermeyi de ihmal etmiyorlardı.

Hastanede ziyaret edip de serumlar, iğneler takılı bir vaziyette gören ve kendisini çok seven asker arkadaşı Dereköylü Ömer Amca gözyaşları içinde Cenab-ı Hakk'a yalvarır, derin bir samimiyet, coşkun bir muhabbetle:
- Allah'ım! Benim ömrümü al, Efendime ver. Onu o durumdan kurtar ya Rabbî! diye niyazda bulunur.
Ve ertesi gün Ömer Amca aniden beklenmedik bir şekilde vefat eder.

1987 yılı. Efendi Hazretleri Kayseri Tıp Fakültesi Hastanesinde yoğun bakımdadır. Doktorlar her türlü tedavi imkanlarını kullanmışlar ancak fazla bir değişiklik yok. Durumları kritik olduğu halde ısrarla hastaneden çıkmak istemektedir.

Ve 27 Ocak 1987 yılı akşam saat 22.00 ...
Yatmakta oldukları bir ihvanın evinde, ellerini açarak dudakları kıpırdayarak dünya hayatına veda ederler.
Acı haber derhal duyulur. Ertesi günden itibaren Türkiye'nin dört bucağından dalga dalga insanlar Yahyalı'ya akın eder.
Muazzam bir kalabalığın ve bir çok seçkin insanın katıldığı ve İpek Hoca (Hasan Türkmenoğlu)'nın kıldırdığı cenaze namazından sonra kendilerinin yaptırdığı Yahyalı Kavacık Mahallesindeki Kalender Camii'ne defnedilmiştir.