Es-SEYYİD Eş-ŞEYH ZEYNELABİDİN ŞERAFUDDİN DAĞISTANİ (K.S)

Şerâfeddin Zeynel Abidin Dağıstanî, Hicrî 1292 - Miladî 1875 yılı, Zilkade ayının üçüncü Pazartesi gecesi Dağıstan'ın Temirhan-şura vilayeti, Gunip kazasının Kikuni köyünde, dünyaya geldi. Babası Abdurraşid Efendi, annesi Emine Sara Hatundur. Anne ve babasının her ikisinin de kabirleri, Yalova Güneyköy’deki kabristandadır. Yalova ilinin Reşadiye (Güneyköy) köyünde Hicrî 1355 - Miladî 1936 yılı Cemaziyel evvel ayının yirmi yedinci pazar günü, köyünde (hicri) altmış üç yaşında iken vefat etmiştir. Son yüzyılın en seçkin tasavvuf büyüklerinden olan Şerâfeddin Zeynel Abidin Dağıstanî, “Ebu’l-Fukara” olarak bilinmektedir.

Çocuk yaşında Dağıstan’da Nakşibendî tarikatı şeyhi Ebu Ahmed es-Suğurî’nin manevi eğitimine girdi. Ahmed es-Suğûrî Şeyh Şamil ile beraber Ruslara karşı savaştığı için sürgün edilmiştir. Şerafettin Dağıstânî eğitimini amcası Şeyh Ebu Muhammed el-Medenî’nin yanında tamamladı. Sonrasında bu amcasının kızı ile evlendi. İmam Şeyh Şâmil’in destansı direnişinden sonra Dağıstan’ı terk edenlerle beraber Türkiye’ye geldiler. Bir müddet Bursa’da ikamet ettikten sonra Yalova’ya giderek dağlık bir köye yerleşti. Burası önceleri Elmalı dendi, sonra Reşadiye adını aldı. Günümüzde ise Güneyköy olarak bilinmektedir. Burası özellikle Rusya’dan gelenlerin sığınağı oldu ve köyün içinde inşa edilen bir Medrese ve Tekke’de bine yakın öğrencinin eğitildiği söylenmektedir.
Şeyh Şerafettin Dağıstânî hem medresede okunan zahirî ilimleri hem de tasavvuf ilmi olan bâtınî ilmi, yani “ledün ilmini” ders vermekteydi. Nakşibendî’ye yanında Kadiriyye, Rufaiyye, Şâzeliyye, Çiştiyye ve Halvetiyye tarikatının irşat yetkisini aldığı bu zamanda daha henüz 27 yaşındaydı. Bu yaşta “Kutbu’l-İrşat” makamı ile taltif edildi. “Gün boyu kendi nefsini terbiye ile riyazete alıştırmaya çaba sarf etmeyen ve her gece tesbihat vazifesini yapmak için uyanmayan ve kardeşlerine hizmet etmeyen hiçbir talib bu yolda hiçbir dereceye erişemez” diyor ve bu konuda gerçekten örnek oluyordu. Balıkesir, Kastamonu, Sakarya ve çevrede şöhreti ve irşat faaliyeti yayıldı.
Şeyh Şerafettin mükemmel bir kemale sahip mürşid-i kâmil olmakla İsm-i Azam da dâhil olmak üzere bütün esmanın mazharı olmuştu. Cemalî ve Celâli bütün isimlere mazhar olmuştu. Bunu gerek Sultan Reşad ve gerekse Yalova Termal’deki köşkünde Mustafa Kemal ile istişârelerinde müşahede olunmuştur. Birçok keramete mazhar olduğu müritleri tarafından söylenmiş ve kerametleri anlatıla gelmiştir.

Yunanlıların Bursa’yı işgal ettiği zaman Şeyh Şerafettin’in bağlılarından teşkil olunan İmam Şâmil Alayı dağlarda çete harbi yapıyor ve Ankara’daki Kuvây-ı Milliye birliklerine asker temin ediyordu. İmam Şâmil Alayı Yunan ve Rum işbirlikçilerinden oluşan alayı Orhangazi sırtlarında durdurmuşlardır. Düşman askerlerinin Yalova’ya girişlerini ve Marmara’ya ulaşmalarını engellemiştir.

Şeyh efendiye “Müslümanların ve memleketin hali ne olacak?” diye sorulmuş. O da Hz. Ali’nin (ra) bir kıssası ile cevap vermiştir. Hz. Ali’ye (ra) “Bu fitnelerin sonu ne olacak?” diye sorulunca “Din kıyamete kadar bakidir” demiş, sonra başını eğerek bir müddet durmuş, başını kaldırınca “Nime’l-Etrâk! Nime’l-Etrâk! Nime’l-Etrâk!.. Din Türklerin elinde kalacak ve Türkler ile yücelerek kıyamete kadar baki kalacaktır” dediğini nakletmiştir.

Şeyh Şerafettin Efendi’nin Kurtuluş Savaşı esnasındaki bu faaliyetleri zafer sonrasından TBMM tarafından alınan bir karar ile “Hizmet Beraatı” tevdi edilmiştir. Mustafa Kemal yaz aylarında Yalova’daki köşke geldiklerinde Şeyh Şerafettini çağırır ve kendisi ile sohbet ederdi.

23 Aralık 1930 tarihinde Menemen’de gerçekleşen “İrtica Olayı” üzerine bütün tasavvuf ileri gelenleri takibe alınmıştır. Birkaç yakın müridi ile beraber Şeyh Şerafettin Dağıstanî’de Eskişehir Cezaevinde gözetim altına alınmıştır. 27 Nisan 1935 tarihinde de Isparta’dan Bediüzzaman hazretleri 120 talebesi ile Eskişehir hapishanesine götürülmüştür. Bu cezaevinde Konya’lı Ali Kemal Belviranlı’nın babası İsmail Hakkı Belviranlı (v.1969) tarafından anlatılmıştır.

Bediüzzaman talebelerine Şeyh Şerafettin’in bir şeye ihtiyacı olup olmadığını sordurup ilgilenmiştir. Şeyh de “Biz bir hiçiz, hiç olanın hiçbir şeye ihtiyacı olmaz” şeklinde cevap verir. Şeyh efendi Bediüzzaman’a “Neden burada tutuklu olduklarını” sordurur. Bediüzzaman da “Burası Medrese-i Yusufiye’dir. Onun derecesi olan makamına ermek için burada toplanmış olduklarını ifade eder. Şeyhin müritlerinden Abdullah Dağıstanî de şeyhine “Biz neden burada bulunuyoruz?” diye sorması üzerinde Şeyh “Biz buraya sebepsiz yere tutuklanmış olan birçok kişiye manevi sırları iletmek üzere gönderildim. Manevi desteğe ihtiyacı olan bu kişileri himmetimle destekliyorum. Allah beni bunun için buraya gönderdi” şeklinde cevap vermiştir.

Şeyh Eskişehir Hapishanesinde 3 ay kaldıktan sonra çıkarılmıştır. Nihayet 1936 yılında vefat etmiştir. Vefat etmeden önce halefi Abdullah Dağıstanî’ye En’am Suresinde gizli bulunan 7007 adet Nakşibendî şeyhlerinin bütün mürşitlerinin silsilesini ve isimlerini çıkarıp vermiştir. Bunda Mehdi’ye kadar gelen ve gelecek olan bütün mürşitlerin isimleri vardır” demiştir. Abdullah Dağıstanî’yi de halife olarak görevlendirmiştir. Şeyh Efendi zamanın “Kutbu’l-Aktabı” olarak bilinmektedir. (www.geocities.com/tasavvufvesufiler)

Kabri Reşadiye (Güneyköy) dedir. Yaşadığı evi, tekke ve zaviyesi olarak devam etmektedir.