ES-SEYYİD EŞ-ŞEYH FAHREDDİN BATMANİ (ARNASLI) (K.S)

Molla Fahrettin, 1328/1910 yılında, Mardin iline bağlı Midyat ilçesinin Arnas köyünde doğdu. Babasının adı Molla Abdullah'tır. Kendisi her ne kadar aslen Mardinlidir. Ancak hayatının parlak dönemini Batman'da geçirmiş, ilmî ve irşad faaliyetlerini bu bölgede yürütmüştür. Dolayısıyla kendisi Banman'lı olarak tanınmış ve "Molla Fahrettin Batmanî" veya "Şeyh Fahrettin Batmanî" olarak şöhret bulmuştur. Molla Fahrettin, bölgede ilim ve faziletle tanınan ve "Seyyid" olarak tanımlanan soylu bir ailedendir. Soyu Hz. Ali'nin oğlu Hz. Hüseyin'e dayanmaktadır. Molla Fahrettin'in mensup olduğu aile, ilimle tanınmaktadır. Bu aileden medreselerde uzun süre tedrisat yapan ve yüzlerce talebe yetiştiren bir çok ilim adamı yetişmiştir. Örneğin molla Fahrettin'in, "amcam" diye söz ettiği büyük bir mudakkik ve fakîh olan ve bölgedeki ilim adamlarınca "üstad" olarak tanımlanan Molla Abdulvahhab Derizbinî ile halen hayatta olup Midyat ilçe merkezinde yaşayan Molla Zübeyir Arnasî bunlardan sadece iki örnektir.

Molla Fahrettin, henüz küçük yaşta iken babası vefat etti. Yetim kalması üzerine onun yetişmesi ile fedakâr validesi ilgilendi. Kendisi, henüz altı yaşında iken Kur'ân-ı Kerim'i hatmetti ve İslâmî ilimleri okumaya başladı. 14 yaşında iken, medrese tahsilini tamamlamak için Batman yöresine geldi. Ve halen Batman'ın ilçelerinden olan Beşiriye bağlı Tilmiz köyünde müderrislik yapan büyük alim Molla Hasan Tilmizî'nin yanına giderek tahsiline devam etti. Molla Hasan Tilmizî, bölgede herkes tarafından tanınan ve Silvan'da ikamet eden meşhur alim, fakih ve mutasavvıf Molla Hüseyn-i Kiçik'in talebelerinden ve ondan icazet alanlardan biri idi ki Molla Hüseyin Kiçik'e talebe olmak hele ondan ilmi icazet almak ilim çevrelerince büyük bir iftihar vesilesi idi. Molla Hasan Tilmizî de, hocası Molla Hüseyin gibi bölgede şöhrete kavuşmuştu.

Molla Fahrettin, hocası Molla Hasan Tilmizî'nin yanında öğrenimini tamamlayıp kendisinden ilmî icazet aldı. Ondan sonra hocasının köyüne yakın Bileyder köyünde imamlık görevine başladı. Burada hem müderrislik yapıyor hem de hocası ile irtibatını devam ettirerek eksik kalan bilgilerini tamamlıyordu. Bir süre sonra buradan "Basork" adındaki köye yine imam olarak gitti. Burada köyün büyüğü olan Hacı Osman ağa, onun isteği üzerine camiin yanında bir medrese inşa etti. Molla Fahrettin, uzun süre bu medresede ders vererek çok sayıda talebe yetiştirdi. Bir süre sonra bu köyden de ayrılarak o zaman Siirt'e bağlı bir ilçe olan Batman ilçe merkezine gelerek Ulu Cami'de imamlık-hatiplik görevine başladı. Aynı zamanda vaizlik görevini de yürütüyordu. Vaazları halkın üzerinde büyük etki yapıyordu. Kendisinin, Batman'ın muhafazakar yapısında ciddi etkisi olan manevi dinamiklerden biri olduğunu söyleyebiliriz.

Bu arada yaşı ilerleyen Molla Fahrettin efendi, seyr-ü sülûka yöneldi ve Güneydoğu'nun güneybatısındaki Cizre (Ceziratu İbn Ömer) ilçesinde ikamet eden ilim ve takva sahibi meşhur Nakşibendî şeyhi Şeyh Muhammed Said Seyda'nın yanına giderek seyr-ü sülûkta ona intisap etti. Liyakatini gören Şeyh Seyda efendi 1955 yılında lkendisine halifelik ünvanını verdi. Bundan sonra "Şeyh Fahrettin" olarak da tanımlanan Molla Fahrettin, bölgede artık ilim tedrisatı yanında irşad faaliyetlerini de yürütmeye başladı. Bu arada İmam-Hatip lisesini dışarıdan bitirme hakkı tanınınca hemen imtihanlara girerek Diyarbakır İmam Hatip lisesinden mezun oldu.

Bir süre imamlık, vaizlik, tedrisat, sosyal ve tasavvufi faaliyetleri birlikte yürüten Molla Fahrettin, resmi görevle birlikte bu faaliyetleri yürütmenin son derece zor olduğunu görünce, daha rahat hareket edebilmek için resmi görevlerinden istifa ederek kendisini tamamen irşad ve tedrisat faaliyetlerine verdi. Bu faaliyetlerini Batman şehir merkezindeki "Hacı Şirin Camii" nde yürütüyordu. Burada öğrencilerin iaşe ve ibate masrafları, büyük ölçüde, camii kendi adı ile kendi arazisinde yapan Hacı Şirin[2] adındaki bir hayırsever tarafından karşılanıyordu.Bizzat kendim de, o dönemde, adı geçen camide Molla Fahrettin'in yanında okudum ve 1971 yılında, bu camide kendisinden ilmî icazet alma şerefine nail oldum.

Molla Fahrettin, bu arada Üstaz Bediuzzaman Said Nursî'nin kitaplarını (Nur Risalelerini) okudu ve onlardan çok etkilendi. Bunun üzerine Bediuzzaman hazretlerine bir mektup yazarak kendisini de talebeleri arasında kabulünü talep etti. Bediuzzaman da ona bir mektupla cevap vererek muvaffakiyeti için dua etti.[3] Bilindiği gibi Bediüzzaman büyük düşünüyor ve uzun vadede Dünya'ya hitap edecek Nur Risalelerini yazıyordu. Molla Fahrettin'in de Bediüzzaman'dan etkilenmesi sonucu eser yazmaya başladığı ve aynı ideali taşıdığı kanaatindeyiz.

B. KİŞİLİĞİ

Hz. Peygamber (S) in soyundan gelen Molla Fahrettin, soyuna layık bir izzet-i nefis ve kişiliğe sahipti. Ağırbaşlı ve vakarlı duruşu ile herkesin dikkatini çekiyor, kendisini gören herkeste büyük bir ilim adamı intibaını bırakıyordu. Bu saygın kişiliği ile beraber son derece mütevazi idi. Nitekim ileride göreceğimiz gibi, o kadar şöhret ve saygınlığına karşın yazdığı fetvaların altına "el-Miskin Fahruddin = Zavallı Fahrettin" şeklinde imza atıyordu. Talebelerine karşı son derece şefkatliydi ve onlarla birlikte kendilerinden biri gibi davranıyordu. Öyle ki, kendisini talebeler arasında görenler, dış görüntüsünden olmasa ilk etapta kimin talebe kimin hoca olduğunu fark edemiyordu. Uzak bölgelerden, özellikle İç ve Batı Anadolu'dan gelen talebelere medresesinde yer verir ve onlara özel ihtimam gösterirdi. Talebelerin tedrisatı yanında sosyal hayatları ve özel durumları ile de ilgileniyor ve onların her yönden mükemmel insan olmalarına çaba harcıyordu. Öyle ki talebelerine ait güzel bulmadığı isimleri sünnete uygun güzel isimlerle değiştiriyor ve bu isimlerle onlara hitap etmek istiyordu. Örneğin İskan ismini Abdurrahman; Ferzende ismini de Ahmed olarak değiştirmişti. İsimleri değiştirilen bu zatlar halen bu yeni isimleri ile anılmaktadır.

Molla Fahrettin, İslam'ı harfiyen yaşamaya gayret ediyor, Hz. Peygamber'in sünnetini titizlikle uygulamaya hassasiyet gösteriyor, ilim adamlarının başkasına örnek olmaları gerektiğine inanıyor ve bu sorumlulukla anlayışı ile hareket ediyordu. Aktiv bir yapıya sahip olan ve zamanını boşa harcamama konusunda son derece hassasiyet gösteren Molla Fahrettin, sosyal ve irşad faaliyetlerini bir kenara bırakırsak, adeta bir uzlet hayatı yaşıyordu. Yakın çevresinin anlattığına göre Batman'da kaldığı yaklaşık 20 yıl boyunca çarşı ve pazara pek gitmiyor, genellikle evi ile cami ve medrese arasında devam eden bir hayat yaşıyordu. Camiye giderken yol üzerinde karşılaştığı 5-6 yaşlarındaki çocuklar, etrafında toplanıp ona büyük ilgi gösteriyorlardı.

Manevi kişiliğine paralel olarak fizikî yapısı ile de dikkat çekecek kadar farklı bir yapıya sahipti. Takriben 1.90 metre boyunda, halk tabiri ile sahabe tipi bir insandı. Hatta kendisi uzun boyluluğu ile ilgili bize şu anektodu anlatmıştı: "Bir kere hac esnasında, Mina'da cemaatle namaz kılmak için saf tutmuştuk. Ben imamlık yapmak için ön tarafta durmuştum. Başımda, tepesinde püskül bulunan bir külah bulunuyordu. Tam niyet edeceğim sırada, birisi dişleri ile başımdaki külahın püskülünden tutarak, görebileceğim şekilde başımın ön tarafında külahı salladıktan sonra tekrar başımın üzerine koydu. Arkama baktığımda benden hayli uzun boylu bir zenci gördüm ve son derece şaşırdım. Zira dişleri ile başımdaki külahın püskülünü tutabilecek kadar uzun boylu idi. Kendisi, bu hareketi ile benden de uzun insanların olduğunu göstermek istemişti."

C. ZAKA VE YETENEĞİ

Molla Fahrettin, son derece zeki, ifade kabiliyeti güçlü, fasîh ve belîğ bir şahsiyetti. Kuvve-i hafızası o kadar güçlü idi ki birçok talebesinin müşahedesiyle, Arapça bir kitabın bir sayfasını bir defa okumak veya dinlemekle eksiksiz hıfzediyordu. Ayrıca özel bir çalışma yapmadan Kur'an-ı Kerim'in tamamını hıfzetmişti. Güzel, gür, mikrofonik bir sesi vardı. Kıraet hocalarından özel ders almamasına rağmen çok güzel Kur'an okuyordu. Yine özel meşk (hatt sanatını öğrenme) yapmadığı halde güzel bir hattı da vardı. İmam-Hatip sınavlarında gösterdiği olağanüstü performans, öğretmenlerin dikkatini çekiyor onları hayretler içinde bırakıyordu. Hatta cebir, matematik, fizik öğretmenleri, "sanki bu bilimler bu hoca tarafından keşfedilmiştir. Biz bu bilimleri yüzeysel olarak biliyoruz, Molla Fahrettin ise bunların özünü biliyor" diyerek hayretlerini gizleyemiyorlar ve Molla Fahrettin'in kendilerinden daha iyi bu bilimlere vâkıf olduğunu ifade ediyorlardı.

D. AZİM VE KARARLILIĞI

Molla Fahrettin, fart-ı zeka yanında büyük bir azim ve kararlılığa sahipti. Büyük ve uzun vadeli düşünüyor, geleceğe umutla bakıyordu. Zihninde büyük projeler vardı. Belki de Bediüzzaman'ın insanlığa ışık tutan "Vicdanın ziyası, ulûm-u diniyyedir. Aklın nuru, fünun-u medeniyyedir. İkisinin imtizacıyla hakikat tecelli eder. O iki cenah ile talebenin himmeti pervaz eder. İftirak ettikleri vakit; birincisinden taassup, ikincisinden hile, şüphe tevellüd eder." şeklindeki sözünden etkilenmiş olacak ki, dönemin medrese hocalarının aksine kendisi de, klasik ve modern düşüncenin sentezinden yana idi. İslami kimliğimizi kaybetmeden modern çağa ayak uydurmanın gerekliliğine inanıyordu. Okuduğu Nur Risalelerinin etkisi ve İmam-Hatip sınavlarına girme vesilesi ile klasik İslamî ilimler yanında modern ilimleri de öğrenmişti. Kendisi bu limleri okuğu gibi talebelerine de bunları öğrenmelerini tavsiye ediyordu. Nitekim o dönemde medrese hocalarının hemen hiç birisi okuma yazma bile bilmezken kendisi dışarıdan İmam-Hatip lisesini bitirmekle bu düşüncesini fiilen göstermiş ve talebelerine de örnek olmuştu. Ömrü vefa etseydi üniversiteye gidip çok daha etkili ve yetkili bir konuma gelmeyi planlıyordu. Özellikle Diyanet teşkilatında, çağın gerekleri doğrultusunda ciddi değişiklikler yapmanın gerekliliğine inanıyordu. Diyanet teşkilatının, ülkemizin en ücra köşelerine kadar uzanan geniş bir ağla büyük imkanlara sahip olduğunu ancak bir çok din görevlisinin, sahip oldukları göreve ehil olmamaları nedeniyle bu teşkilattan beklenen hizmetin gereği gibi yapılamadığını, dolayısıyla bu teşkilatın revize edilerek ehliyetsiz görevlilerden arındırılması gerektiğini ifade ediyordu.

E. SOSYAL FAALİYETLERİ

Molla Fahrettin, yukarıda belirttiğimiz faziletlerinden dolayı hem ilim çevreleri hem de halk tarafından son derece sevilip sayılıyordu. Kendisi de bu saygın kişiliğini halkın huzur ve sükununu, birlik ve beraberliğini temin için kullanıyordu. Resmi bir görevi olmamakla birlikte bulunduğu camide imamlık yapıyor, hutbe okuyor, vaaz ediyor ve tasavvufî faaliyetlerde bulunuyordu. Böylece halkı dini ve manevi yönden aydınlatıp her türlü kötülüğün, fitne ve fesadın kaynağı olan cehaletten kurtarmaya gayret ediyor ve böylece toplumsal barışa ciddi anlamda katkıda bulunuyordu. Ayrıca bölgede aileler ve aşiretler arasındaki anlaşmazlıklara müdahele ederek onları barıştırıyor, böylece cinayetlerin, fitne ve fesadın meydana gelmesini ve yayılmasını önlüyordu. Örneğin tasavvuf üstadı Şeyh Seyda hazretlerinin de tavsiyesi üzerine Siirt'in Pervari ilçesinin yaylasına giderek orada kalan Davudi aşireti ile göçerleri barıştırmış, böylece bu aşiretler arasında yıllardan beri devam edegelen düşmanlık ve ihtilaflar, onun çabasıyla bertaraf edilmişti. Ayrıca Batman yöresinde, tanınmış Raman ve Alikan aşiretleri arasında gerçekleştirdiği barışı zikredebiliriz. Bu iki büyük aşiret arasında barışı gerçekleştirmek suretiyle bir çok muhtemel cinayet ve ölümlerin önüne geçmişti. Bu hadiseden dolayı halk arasındaki itibarı ve saygınlığı bir kat daha artmıştı. Nitekim, Molla Fahrettin, ilmî, tasavvufî ve sosyal faaliyetleri ile Türkiye'nin her tarafında tanınınca, dindarlıkla tanınan Konya halkı, bu büyük zatı Konya'ya götürmek için harekete geçmiş ve eşyasını götürmek için bir kamyon tutup Batman'a gelmişlerdi. Ancak bunu duyan Batman halkı kamyonun etrafını sararak evin taşınmasına ve kamyonun hareket etmesine engel olmuşlardı.

Halk arasında son derece itibarı olan ve çok sayıda talebe yetiştiren ileri görüşlü alim ve mutasavvıf Molla Fahrettin Efendi, ne yazık ki tasarladığı büyük projelerini tamamlayamadan, Batman'da, 1 ŞUBAT 1972 tarihinde, 62 yaşında hakkın rahmetine kavuştu ve Batman'a yakın "Korik" köyünde annesinin yanına defnedildi. Kendisi için Allah'tan rahmet diliyoruz.

II. MOLLA FAHRETTİN'İN FIKHÎ YÖNÜ VE ESERLERİ

A. MOLLA FAHRETTİN'İN ESERLERİ

Molla Fahrettin, bir çok İslâmî ilim dallarında eser yazmayı hedefliyordu. Ancak ömrü buna kafi gelmedi. Yine de bir çok konuda eser yazdığını görüyoruz. Çoğu basılmış olan bu eserlerden 11 tanesine vakıf olabildik. Bu eserleri bir süre önce Siirt'te yapılan "İbrahim Hakkı Ve Siirt Üleması Sempozyumu" nda tanıtmam ayrıca şu anda yapılmakta olan Batman Sempozyumunda bu eserlerle ilgili bir tebliğin sunulması nedeniyle fıkıhla ilgili olan " el-Kavlu's-Sedîd" dışındaki diğer eserleri üzerinde durmuyor, sadece bu eserlerin isimlerini zikretmekle yetiniyoruz. Cuma günü ve namazı ile ilgili olanı dışında tamamı Arapça olan bu eserler şunlardır:

1. Cuma Günü ve Cuma Namazı.

2. Keşfu'l-Ğıta Haşiyetu İmtihani'l-Ezkiya.

3. Durretu's-Sadef fi Beyani Asnafi'l-Harf.

4. Et-Tarsîf fi İlmi't-Tasrîf.

5. El-İstinare fi İlmi'l-İstiare.

6. Îsâğûcî fi'l-Mantık.

7. Risaletu'l-vad'.

8. El-İ'tisam Haşiyetu Şerhi'l-İsam Ale'l-Ferideti fi'l-Beyan.

9. Miftahu'l-Cenne fi Ezkari'l-Kitabi ve's-Sunne.

10. Zu'l-Fikaru'l-Hayderî fi'd-difai Ani'ş-Şeyh Seyda el-Cezerî.

11. El-Kavlu's-Sedîd fi Beyani Hukmi's-Saydi Bi'l-Bundukati'l- Muttehazeti Mine'l-Hadîd.

II. MOLLA FAHRETTİN'İN FIKHÎ YÖNÜ, FETVALARI VE "EL-KAVLU'S-SEDÎD" ADLI ESERİ

A. FIKHİ YÖNÜ

Molla Fahrettin'in fıkhi yönüne geçmeden önce şunu ifade edelim ki Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde, dindar olan halk kesimi, yakın tarihe kadar, genelde, karşılaştıkları meseleleri, kanunlarla değil, dinî inançları gereği, fıkhî hükümlerle çözmek istiyordu. Bu çözüm şekli, hem daha pratik oluyor hem de dini inançlarına ters düşmediği için kendileri vicdanen rahat oluyorlardı. Karşılaşılan mesele bir kaç kişiyi ilgilendiriyor ve anlaşmazlık konusu oluyorsa taraflar, tanınmış bir fıkıh alimine başvuruyor ve onun vereceği hükme göre amel ediyorlardı. Allah Taâlâ'nın Hz Peygamber'e (S) hitaben buyurduğu "Hayır, onlar anlaşmazlığa düştükleri konularda seni hakem tayin etmedikçe asla iman etmiş sayılmazlar"[4]şeklindeki sözleri ve bu paraleldeki hadis-şerifler, yöre halkına İslamî bir ruh aşılamış olacak ki anlaşmazlıkları konusunda din alimlerine başvurmayanlar ya da başvurduktan sonra onun verdiği fetvayı kabul etmeyenler, halk arasında yadırganıyor hatta Müslüman olmamakla suçlanıyordu.

Başvurdukları alimden fıkhi hükmü öğrenen halk, alimin verdiği hükmü/fetvayı, genelde kendisinden yazılı olarak istiyor ve gerek başka alimlerden gerekse halk kesiminden vuku bulacak olası bir itiraza karşı bu yazılı belgeyi ibraz ediyorlardı. Bu durum, aynı zamanda alimlerin de hüküm verme konusunda daha titiz davranmalarını ve daha ciddi araştırma yaparak hükümlerini sağlam delillere dayandırmalarını sağlıyordu. İşte Molla Fahrettin efendi de, halkın başvurduğu ve sözünü delil kabul ettiği bu büyük alimlerden birisi idi.

Yazdığı eserlerden de anlaşıldığı üzere hemen bütün İslamî ilimlerde derin bilgiye sahip olan Molla Fahrettin, uzun yıllar bu ilimleri talebelere de okutmuş ve onlarca talebeye medrese geleneğinde bugünkü üniversite diploması seviyesinde olan ilmî icazet vermiştir. Molla Fahrettin, özellikle Fıkıh ilmi konusunda daha da geniş malumat sahibi idi. Dolayısıyla kendisinin bulunduğu ve aynı zamanda tedrisat yaptığı cami, adeta bir fetva ve uzlaşı merkezi idi. Çeşitli konularda anlaşmazlığa düşen yöre halkı, ilmine ve takvasına güvendikleri Molla Fahrettin'e başvurarak hem anlaşmazlık konusu olan meselenin fıkhî hükmünü öğreniyor hem de onu hakem kabul edip sunduğu çözüm önerisi ile uzlaşıyorlardı. Ayrıca sadece halk tabakası değil gerek Batman yöresinde gerekse Türkiye'nin diğer bölgelerinde hatta komşu ülkelerde alimler, içinden çıkamadıkları fıkhî meseleleri uzak mesafelerden yazılı olarak Molla Fahrettin'e gönderiyor ve yine yazılı olarak cevaplarını alıyorlardı. Molla Fahrettin'in verdiği bir fetva hem ilim çevresinde hem de halk arasında kabul görüyor, bu fetvaya kimse itiraz etmiyordu.

Genelde boşama ile ilgili olmakla birlikte Molla Fahrettin'den her konuda fetvalar soruluyor, kendisi de bu sorularla ilgili fıkhi hükümleri yazılı olarak soranlara veriyor veya gönderiyordu. Aynı zamanda medrese alimleri arasındaki bilgi alışverişi ile fetva yöntemi hakkında ışık tutacak olan bu fetvalardan birkaç tanesini örnek olarak burada zikretmeyi uygun görüyoruz:

Fetva-1: Hıristiyanlar Tarafından Terk Edilen Arazi İle İlgili Fetva:

Yukarıda Hacı Şirin adında Batman'lı bir hayır sever vatandaşın kendi arazisinde, kendi adını taşıyan bir cami yaptırdığını ve Molla Fahretin'in de ömrünün son yıllarını bu camide geçirdiğini v e burada vefat ettiğini belirtmiştik. Molla Fahrettin'e sorulan fetvalardan ve kendisinin bu fetvalara verdiği cevaptan anlaşılıyor ki adı geçen camiin yapıldığı arazi, zamanla yöredeki Hıristiyanlara ait olup onların yöreyi terk etmelerinden sonra Hacı Şirin'in eline geçmiş ve kendisi bu arazi üzerine cami yaptırmaya başlamıştır. Bunu gören çevre halkı, kendisine itiraz etmiş ve bu konu alimler arasında tartışmaya sebep olmuştur. Bunun üzerine hem Hacı Şirin adındaki şahıs hem de bazı alimler, Molla Fahrettin'e konuyu sormuş ve kendisi de onlara, fıkıh kaynaklarını da belirtmek suretiyle cevap vermiştir. Molla Fahrettin'in konu ile ilgili olarak kendi hattı ile yazdığı mektubun orijinal metni ve Türkçesi aşağıda belirtilmiştir:

Mektubun özetle tercümesi şöyledir:

"Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla. Bu mektuba bakacak olan kişiye arz olunur ki, halk arasında yaygın olduğu üzere, Hacı Muhammed Şirin, Hıristiyanların Suriye'ye kaçıp terk ettikleri, sahibi bilinmeyen ve elinde bulunan arazi üzerine bir cami yapmaya başlamıştır. Bana ulaştığına göre bazı insanlar, bu araziler üzerine cami yapmanın caiz olmadığı konusunda itiraz etmişlerdir. Bunun üzerine adı geçen Hacı, durumu bana bildirdi ve kalbinin mutmain olup ortada bir şüphenin de kalmaması için bir yazı yazıp kendisine vermemi istedi. Ben de talebini olumlu karşıladım ve muvaffakiyeti Allah'tan dileyerek şunları ifade ediyorum: Bu araziler, Hıristiyanların biz Müslümanlardan korktukları için kaçıp terk ettikleri bir maldır. Bu şekilde olan her mal ise fey'dir. Fey' olan her malın bir kısmı, sınırın tehlikeli yerlerini kapatmak, cami ve köprüleri yapmak gibi maslahatlara harcanabilir. Bu kıyas şu neticeyi verir: Bu arazilerin bir kısmı, sınırın tehlikeli yerlerini kapatmak, cami ve köprüleri yapmak gibi maslahatlara harcanabilir. Tuhfe'nin Minhac ile birlikte olan ibaresi şöyledir: "Fey', harbi olan veya olmayan kafirlerden, savaş veya baskın olmaksızın ve bir masraf yapılmaksızın elimize geçen cizye ve ticaret öşrü gibi mallar ile bu kafirlerin korkudan bırakıp gittikleri mallardır. Üç mezhep imamı, fey'in tamamının Müslümanların maslahatlarına harcanacağını ifade etmişlerdir. (Şafiilere göre) ise Fey'in tamamı beş eşit paya bölünür. Bu beş paydan biri beş gruba aittir: Bunlardan biri, Müslümanların maslahatlarıdır. Örneğin sınırdaki açıkları (tehlikeli yerleri) kapatmak gibi. Şirvani, camileri, köprüleri, kaleleri yapmanın da aynı olduğunu ifade etmektedir. El-Envâr, Muğni'l-Muhtâc gibi geniş şerh ve haşiye şeklindeki fıkıh kitaplarının ibareleri de aynıdır. Eğer desen ki "fey' olan malı kamu yararları için harcama yetkisi kişilere değil imama (halifeye/hükümdara) aittir" cevaben derim ki: "evet imam adaletli olursa öyledir. Ancak imam kamu malları konusunda zulmeder ve bu malları bilen birisi, onları elde etme imkanını bulursa, o malları alıp tıpkı adil imam gibi kamu yararlarında harcayabilir ve bundan dolayı sevaba da nail olur. Hatta fukahanın da açıkça belirttikleri gibi bu kişinin, bunu yapması vaciptir. Nitekim İbn Hacer de, Tuhfe adlı eserinin "Feraiz Bölümü" nün başında İbn Abdisselam'ın, bu anlamı ifade eden ibaresini nakletmektedir. Yine İbn Hacer Tuhfe'sinin "Fey' ve Ganimet Mallarının Takism Edilmesi" bölümünden hemen önce, sahibinden umut kesilen malın beytülmalın (devlet hazinesinin) mallarından sayılacağını, bu malları elinde tutan kişinin onları, cami yapımı şeyler bile olsa, kamu yararlarında harcayabileceğini ifade etmektedir.

İşte bu açıklamalardan anlamış olmanız gerekir ki, Hıristiyanların kaçıp terk etmeleri sonucunda sahipsiz kalan ve sahipleri bilinmeyen araziler üzerinde cami yapmak caizdir. Ancak arazinin sahibi biliniyorsa ve hazırsa tabi ki onun izni olmadan arazisi üzerinde cami yapmak caiz olmaz. Bu durumda ya arazinin kendisinden satın alınması veya kendisinin izin vermesi gerekir. Sözün hülasası şudur: Söz konusu arazi, ya belli bir sahibi yoktur ve beytülmala aittir ya da böyle değildir. Eğer beytülmala aitse yukarıdaki açıklamalardan anlaşılıyor ki bu araziyi elinde tutan kişi, onu kamu yararında kullanabilir. Şayet arazinin belli bir sahibi varsa yani beytülmala ait değilse arazinin bu şekilde kullanılması caiz değildir."