Osman Bektaş (Erzurum Müftüsü)

OSMAN BEKTAŞ (ERZURUM MÜFTÜSÜ)

Osman Bektaş Hoca 1914 yılında Erzurum’un Tortum ilçesi Ödük, şimdiki ismiyle Serdarlı beldesinde doğmuştur. Babasının adı, Hacı Süleyman Efendi, annesinin adı ise, Habibedir.Babası Erzurum Şeyhler Medresesi’nde tahsilde bulunmuş ve Tortum’un Derinpınar köyü ve Serdarlı beldesinde imamlık yapmıştır.Küçük yaşta medrese eğitimine başlayan Osman Bektaş Hoca ilk tahsiline annesi tarafından gönderildiği, mahallelerindeki Kâtip Hoca’dan Kur’ân talim ve tecvidi ve temel dini bilgileri alarak başlamıştır. Altı yaşında yetim kalan Osman Bektaş Hoca’nın, ilim tahsili konusunda en büyük destekçisi annesi olmuş ve bu uğurda hiçbir fedakârlıktan kaçınmamıştır. Anlatıldığına göre Osman Hoca tahsiline başladığında bir gün derse giderken çeşmenin suyunun taşarak yolu buzla kapladığını görmüş ve bu yüzden de yoldan geçemeyeceğini düşünerek eve dönmüş; “Annesi oğlum niçin derse gitmedin?” şeklinde sorunca, Hoca Efendi karşılaştığı manzarayı annesine anlatmış. Bunun üzerine annesi eline baltayı alıp yoldaki bütün buzları kırarak temizlemiş ve oğlunu derse göndermiştir.


İlerleyen yıllarda Osman Bektaş Hoca, Serdarlı köyü müderrisi Hacı Yunus Efendi’den4 5-6 sene Arapça, Sarf, Nahiv, Akaid ve Fıkıh gibi dini ilimler tahsili yapmıştır.Ardından Tortum Dikmen köyünden gelen teklif üzerine orada imamlık görevine başlamıştır. Askerlik de dahil olmak üzere Dikmen’de 18 sene kalmıştır. 28.10.1937 tarihinde de askere gitmiştir. Askerliğini Erzurum’da Topçu Çavuş olarak yaparken sık sık müftülüğe uğrayan Bektaş Hoca o dönemin Erzurum Müftüsü Solakzade ile tanışmıştır. 14.11.1941 tarihinde askerlik dönüşü tekrar Dikmen köyündeki görevine dönmüş ve yine ilmi çalışmalarına devam etmiştir.7Bu esnada Erzurum Müftülüğü kendisine Erzurum Merkez Caferiye Camii imamlığı teklifini yapmıştır. Bu görevi kabul ederek Erzurum’a yerleşen Bektaş Hoca, görevinin ilk altı ayı boyunca Kurşunlu Medreselerinde kalarak aynı zamanda burada talebe okutmuştur.

Bektaş Hoca, Caferiye camiindeki görevi esnasında sık sık müftülük (fetvahane)’e uğrardı. Bu vesile ile Solakzade tarafından fıkhi bilgisi farkedilip, takdir edilen Bektaş Hoca’ya açılan müftü naipliği (yardımcılığı) sınavına girmesi teklif edildi. 1949 yılında açılan bu sınava katılan ve başarılı bulunan Bektaş Hoca, 01.07.1949 tarihinde bu göreve resmen başladı ve yaklaşık on bir sene boyunca bu görevi yürüttü. Müftü naipliği esnasında Müftü Solakzade’den on bir sene boyunca hiç ara vermeden Arapça, Fıkıh, Tefsir, Hadis, Mantık, Kelam, Tasavvuf gibi on iki farklı ilim dalında ders okudular. O dönemde halk arasındaki anlaşmazlıklar mahkemelerden ziyade müftülüklere başvurularak çözülürdü. Özellikle miras, aile hukuku, arazi taksimi ve benzerleri en çok başvurulan meselelerdendi. Ayrıca hâkimler 1926 senesinden öncesi ile ilgili olan arazi ve miras meselelerini bilirkişi olarak Osman Bektaş Hoca’ya göndermekte ve onun taksimatına göre hüküm vermekte idiler. O

Fetvadaki Hassasiyeti
Osman Bektaş Hoca’nın fetva vermede çok titiz olduğu ve hassas davrandığı bilinmektedir. Özellikle Müftü Solakzade ve Osman Bektaş Hoca’nın verdiği ve Ankara Merkez Diyanet Teşkilatı’na intikal eden hiçbir fetvasının geri dönmediği anlatılmaktadır.
Müftü Solakzade’nin vefatı ve 1960 ihtilalinin ardından Erzurum müftülüğüne Sakıp Danışman Hocaefendi getirilmiştir. Bu sırada Bektaş Hocaefendi de 11.08.1960 tarih ve 17514-120 sayılı emir ile Başbakanlık emrine atanmıştır. Sakıp Danışman Hoca’nın vefatından sonra da 1966’da Erzurum Müftülüğüne getirilmiştir. 1971’e kadar bu görevi yerine getirmiştir. 1971 yılında Erzurum Merkez Vaizliğine atanmış ve 1976’da vaiz olarak emekli olmuştur.
Osman Bektaş Hoca’nın Müftü Solakzade’ den icazetlidir. Öğrencilerinden Prof. Dr. M. Sadi Çöğenli Bey’in belirttiğine göre Bektaş Hoca’nın iki icazeti olup, diğer icazetini şu anda Tortum’un Serdarlı Beldesi Merkez camii haziresinde medfun olan Tortum eski Müftüsü Hacı Ali Efendi’den almıştır.

İlme Düşkünlüğü
Osman Bektaş Hoca oldukça mudakkik ve mütefekkir bir insandı. Geceleri çoğu kez evinin ışığının sönmediği nakledilen Osman Hoca’nın zaten kendisi de öğrencilerine “Fıkhî bir konuda araştırma yaptığımda kendimi öyle kaptırıyorum ki ancak sabah ezanı okunduğu zaman vakitten haberdar olabiliyorum.” demiştir. Şu an hayatta olan öğrencilerinin anlattığına göre oldukça kuvvetli bir hafızaya sahip olan Bektaş Hoca, kendisine herhangi bir fıkhî konu sorulduğunda fıkıh kitaplarında ilgili konuyla alakalı bilgileri, bulundukları cilt ve sayfa numaralarını sırasıyla sayarak anlatırdı. Halk arasında ayaklı kütüphane şeklinde lakaplandırılan ve çok kitap okuduğu bilinen Bektaş Hocaefendi’nin dinlenme işini bile kitap okuyarak geçirdiği anlatılmaktadır. Hastalık döneminde dahi elinden hiç kitap düşürmediği nakledilmektedir.
Osman Bektaş Hoca’nın okumanın yanında kitap sevgisi düşkünlük derecesindeydi. Kitaplarına karşı çok titiz olduğu, kitaplarında en ufak bir leke ve çizik bulunmadığı anlatılmaktadır. Öğrencilerine de sürekli olarak “Kitaba değer vermeyen âlim olamaz.” şeklinde tavsiyede bulunduğu nakledilmektedir. Bu kitap sevgisi sonucunda İstanbul’a bir yolculuk yapmış ve oradan aldığı bir kamyon dolusu yazma ve matbu eserleri Erzurum’a getirmiş ve Zeyne Camii’nin karşısında bir kitap evi açmıştır. Fakat bu kitap evini sürekli değil, haftada bir iki gün açık tutmuştur. Kitapçı dükkanından geri kalanları ve daha önceki kitapları ile de kendisine bir kütüphane kurmuştur. Ömrünün sonuna doğru geçim sıkıntısı yaşayan hoca bir kısım kitaplarını satmıştır. Şu anda kitaplarının büyük bir kısmı Erzurum Mumcu mahallesindeki evinde, diğer kısmı da Serdarlı Beldesindeki evinde mevcut bulunmaktadır.

Öğrencilerinin anlattığına göre mütevazi bir yapısı olan Osman Bektaş Hoca, her seviyedeki insan ile ilişki kurabilirdi. Yani avam ile avam, havas ile havas olmayı bilen birisiydi. Ayrıca hatıralarını anlatmaktan da çok hoşlanırdı.

Osman Bektaş Hoca küçük yaşlardan beri kendisini fıkıh alanında yetiştirmişti.13 Nitekim Hocası Solakzade Sadık Efendi “Fıkıh ilminin kitapları kaybolsa Osman Hoca onları tekrar yazar.” ifadeleriyle Bektaş Hocaefendi’ nin fıkıh ilmine olan vukûfiyetine işaret etmiştir. Bu kadar vukûfiyeti ile birlikte Hoca Hazretleri kendisine sorulan en kolay dini sorulara bile fıkıh kitaplarına bakarak cevap verirdi. Talebelerine ‘Getirin falan kitaba bir bakalım’ derdi, ve böyle hareket etmekle bizzat cevabı kaynağından göstermekle birlikte şöyle bir faydasının olduğuna da dikkat çeker; “Baktığı kısmın altında ve üstünde yeni bir meseleyi de okumuş olur.” derdi.
Osman Hocaefendi vaazlarında genellikle fıkhî konulara, özellikle de insanların bilmesinin zaruri olduğunu düşündüğü meselelere ağırlık verirdi. Bu yüzden de seçkin bir dinleyici kitlesi vardı.

Türkiye çapında saygın bir yeri olan Osman Bektaş Hoca’ya diğer şehirlerdeki müftüler zaman zaman müracaat ederlerdi ve birçok ilim adamı görüşlerine saygı gösterirdi. Belirli zamanlarda gerçekleşen müftüler toplantısında da tüm müftüler tarafından saygı ile dinlenirdi.Yakalandığı iç hastalıklar ile uzun zaman mücadele eden Osman Bektaş Hoca dört yıl sonra 04.12.1986 yılında 72 yaşında vefat etmiştir. Beş çocuk babası olan Bektaş Hocaefendi’nin kabri, doğduğu yer olan Serdarlı beldesinde bulunmaktadır.

B. Talebeleri ve Çalışmaları
Osman Bektaş Hoca, Erzurum merkezde ilk görev yeri olan Caferiye Camiinde imamlığa başladığında yaklaşık altı ay Kurşunlu Medreselerinde kalmış ve ders okutmuştur. O zamanlar Müftü Solakzade, Sakıp Danışman ve daha birçok hocaefendi İslâmî ilimlerin birçok alanında ders verirlerdi. Mesela Solakzade, Osman Bektaş Hoca, Sakıp Danışman Hocaefendi, hem fıkıh, hem kelam ve mantık, hem arap dili ve edebiyatını hem de tefsir okuturlardı. Ama bazı dersler vardı ki bunlar bazı hocalarla birlikte anılırdı. Mesela Müftü Solakzade mantık ve kelam ile Osman Bektaş Hoca da fıkıh ile anılırdı ve o zamanlar bu hocalardan ders alabilmek için de belli bir seviye katetmek gerekiyordu.
Osman Bektaş Hoca, Kurşunlu medreselerinden sonra yerleştiği İbrahim Paşa mahallesindeki evinde her sabah namazından saat 9’a kadar, bir zamanda Lalapaşa camiinde ikindi namazı sonrası ve son dönemlerinde Yukarı Mumcu Camii’nde akşam ve yatsı namazı arası birçok talebeye ders okutmuştur. Osman Bektaş Hoca yakalandığı verem hastalığı ile uzun zaman mücadele etmişti. Özellikle ömrünün sonlarına doğru hastalığı iyice arttığından bazen camiye gitmekte dahi zorlanırdı. Bu yüzden camiye gelmediği zamanlar öğrencileri ders okumak için evine giderlerdi.
Osman Bektaş Hoca çok sayıda talebe yetiştirmiştir. En meşhur talebeleri M. Fethullah GÜLEN Hocaefendi, Mehmet KIRKINCI Hocaefendi, Emekli Müftülerden Cezayir YARAR, Muhammet DOĞAN, Ahmet YEKELER ve Merhum Cevdet BİLİCAN, akademisyenlerden Prof. Dr. Sadi ÇÖGENLİ, Prof. Dr. Cevat AKŞİT, Merhum Doç. Dr. Ruhi ÖZCAN… gibi kimselerdir. Bu talebelerinden Prof. Dr. M. Sadi Çögenli, Prof. Dr. Cevat Akşit, Doç. Dr. Ruhi Özcan ve Muhammet Doğan kendisinden icazet almışlardır.
Osman Bektaş Hoca’nın öğrencileri kendisine “Efe ya da Efendi Hazretleri” şeklinde hitap ederlerdi. Kendisi de onlara ve fetva soran müsteftiye karşı hafif ses tonuyla “Azizim!” diye söze başlar ve meseleyi etraflıca, metin ve mekîn cümlelerle izah ederek bu işin ehli olan insanların hayranlıklarını kazanırdı. Özellikle “Azizim” ifadesi Erzurum’da Osman Bektaş ile özdeşleşmişti.

Osman Bektaş Hoca’nın bildiğimiz kadarıyla yazdığı tek eser Risaletü’s-Sefer’dir. Bu kadar engin ilme rağmen geride yazılı pek eser bırakmamış olması akla gelebilir. Bu durumu öğrencisi Prof. Dr. M. Sadi Çögenli Bey şu şekilde izah etmektedir. “Hocam Osman Bektaş, bir kimsenin fıkhî bir konuda yazmaya başlamadan önce öncelikle tüm fıkıh literatürünü bilmesi gerektiğini söylerdi. Bu yüzden de kendisini yazma hususunda pek yetkili görmez idi. Ayrıca bir konuda eser yazmadan önce toplumun o konuda bilgi sahibi olmaya ihtiyacının olup olmadığının, bu konunun yazılmasının insanlara fayda sağlayıp sağlamayacağının, onların bir problemini ortadan kaldırıp kaldırmayacağının tespitinin yapılıp ondan sonra yazmaya karar verilmesi gerektiğini savunurdu.”

Osman Bektaş Hoca bu telakkilerle günümüzde olduğu gibi o dönemde de birçok tartışmaya konu olan seferilik meselesinde bir risale yazmaya karar vermiş ve Arapça olarak bu eserini kaleme almıştır.

Osman Bektaş Hoca, “Risaletüs-Sefer” adlı eserini 22. Zilkade 1377 tarihinde Müftü Yardımcılığı görevini yürütürken tamamlamıştır. Bu eser Prof. Dr. M. Sadi Çögenli tarafından neşredilmiş, Prof. Dr. Mehmet Erdoğan tarafından da Türkçe’ye tercüme edilmiştir.