FETH-İ MÜBİN ÖNCE KALPLERDE BAŞLAR - 2

Günümüzde bu işler şöhret vesilesi olmuş. Şöhret ise afettir, buyuruyor Cenâbı Peygamber. Şöhret adamın başını yakar. Bu zamanda mürid olmak zor. Mürşid olmak çok kolay olmuş. Mevlânâ’ya Anadolu’nun bir yerinden bir ihvanı mektup yazmış: “Üstadım burada çok garibiz, yalnızız. Bize birkaç arkadaş gönderin de burada sema edelim, sohbet edelim, hizmet edelim.” Cevaben yazmışlar ki; “OğluOm mürid - arkadaş istersen ya Biz ya Hüsameddin  –ser halifesi Hüsameddin Çelebi- gelecek... Ama mürşid/şeyh istersen Allah’a şükür ondan bol bir şey yok.”

Bugün, bu kadar şeyh var; hakikat bilinmiyor, ortada tarikat yok. Olmayan bir şeyin bu kadar taliplisi var. Tarikat yamalı bohçaya dönmüş, bid’atler hücum etmiş, aslı görünmez olmuş. Hurafeler, bid’atler, yeni yeni usuller. ‘Şundan aldık bundan aldık’ la olmaz, alınacak tek şey gerçeklerdir, gerçekleri yaşatmamız lazım. Gerçek tarikat Allah Resûlü’nün ve O’nun ashabının yaşadığı hayattır. Bugünkü tarikatlara, istisnalar kaideyi bozmaz, bugün ‘ben şeyhim; ben müridim/sûfiyim’ diyen insanlara bakın. Ne kadar Allah Resûlü’nün ve O’nun ashabının yaşadığı hayat ile iç içeler? Ne kadar peygamberin yaşantısı ile bir bütünleşmişlik var?..

Bunun için rabıta, ehline olmazsa, günümüz de öldürücü bir zehir gibi olmuş. Ehline olmayan rabıta insanların nefislerini -hâşâ- ilahlaştırmaktan başka bir işe yaramıyor. Mevlânâ Halidi Bağdadi gibi bir zat, dört yüz elli halife çıkarıyor, dört yüz elli tane veli yetiştiriyor ama hiçbirine rabıta izni vermiyor. “Tarikati neşredeceksiniz, şeriatı öğreteceksiniz, hakikati anlatacaksınız, kendinize rabıta vermeyeceksiniz” buyuruyor. 

Sabah ve akşam namazlarından sonra elleri kaldırıp yedi sefer “Allahumme ecrini mine’n-nar.” demek sünnettir. -Efendimiz musibet dualarında ellerini ters çevirirlermiş, bu sünnettir- “Ya Rabbi! Bizi ateşin, cehennemin azabından muhafaza et, bizi koru, bu ateşi bizden uzaklaştır.” anlamında. Bazı rivayetlerde Efendimiz yedi sefer bunu söyledikten sonra: “Allahumme ecrini mine’n-nar ve edhilne’l-Cennete maa’l-Ebrar - Bizi ebrar sınıfına giren, aydınlanmış, nurlanmış, kemale gelmiş kullarınla birlikte cennete dâhil et Ya Rabbi!” diye dua ederlermiş. Malum eller açılıp dua edildiğinde duadan sonra elleri yüze sürmek sünnettir. El açılmadan dua edilirse yüze sürmek bid’at olur. Namazlardan sonrada bu böyledir. Namazdan sonra hocaefendi ‘el- Fatiha’ dediğinde, Fatiha’yı elini açıp okumuşsan, dua makamında yüzüne sürebilirsin. Ellerini açmadan okumuşsan ellerini yüzüne sürmen bid’at olur… 

Efendimiz (aleyhi’s-selâtu ve’s-selam) musibet dualarından sonra yani “Allahumme ecrini mine’n-nar.” dedikten sonra ellerini geri çevirip yüzüne sürmemiş. Mevlânâ Halid Efendimiz’in halifelerinden birisi sünnet üzere -ellerini ters çevirip- “Allahumme ecrini mine’n-nar.” duasını yapıyor. Ondan sonra elini açıp “ve edhilne’l-Cennete maa’l-Ebrar” diyor ve yüzüne sürüyor. Yaptığı bu… Hz. Halidi Bağdadi çağırıyor onu. “Gel bakayım. Sen niye ‘Allahumme ecrini mine’n-nar.’ dedikten sonra ellerini yüzüne sürüyorsun? Bu sünnette yok. Âlemlerin Efendisi böyle bir şey yapmamış. Sen niye bunu yapıyorsun?..” Bakın düşündüğünüzde aslında ne kadar basit bir şey. O zat diyor ki: “Efendim ondan sonra hayırlı bir dua ediyor, ‘Ya Rabbi bizi cennete dâhil et’ diyoruz. Bu hayırlı duadan sonra da elimizi yüzümüze sürüyoruz. Hayırdır, ne var ki bunda? Mevlânâ Halid Efendimiz diyor ki: “Nefsin sana bugün bir bid’ati hayır gösterirse bu, tehlikeye kapı açar. Yarın bu delik büyür sana haramları, harama yakın mekruhları hayır gibi gösterir. Ve sen bu şeriate, bu tarikata birçok bid’at karıştırırsın. Her hayır gördüğünü işlemeye başlarsan kitaptan ve sünnetten uzaklaşırsın. Hayrı belirleyen kitap ve sünnettir. Sen kafana göre hayır belirleyemezsin. Seni bu tarikattan men ediyorum. Benimle bir irtibatın yok…” Buna tasavvuf dilinde tard denilir. Bu halifeyi tard ediyor, tarikattan atıyor. Yaptığı, dua ederken “Allahumme ecrini mine’n-nar.” derken ellerini yüzüne sürmek... Mevlânâ Halid, ‘bu sünnette yoktur.’ diyor. 

Gerçek tarikatın sahipleri tarikata böyle sahip çıkmış ve dört yüz elli kişiye bu şartla izin vermiş. Sünnete böyle bağlı olacaksın, Allah Resûlü’nün yaşantısına böyle uyacaksın. Nefsini öne çıkarmayacaksın. Kendine rabıta vermeyeceksin. 

Şimdi bu iş bayanlara kadar düşmüş. Sağdan soldan gelen Müslümanlarla tanışıyoruz, soruyorum, Bir yerden dersli misin? Dersliyim, diyor. Nereden diye sorduğumda bakıyorum bir ders kâğıdı çıkarıyor, rabıtayı tarif ediyor orada… “…Önümde Resûlullah (aleyhi’s-selâtu ve’s-selam) sağımda mürşidim filanca zat, solumda da Huriye anne…” Bir bayan... Kardeş bu anne kim? diye sorduğumda, “İşte bu kadın şeyhimizin dergâhında kemale ermiş, sulûkunu tamamlamış. Buna da izin/hilafet verilmiş, mezun olmuş. Bizim bu yola girmemize bu anne vesile oldu.” “Peki, bunu ne yapıyorsun?” “Gözümün önüne getirip ondan himmet istiyorum.” “Onun himmeti seni azdırır başka yollara kapı açar bu…”

Buraya kadar düşürmüşler meseleyi. Böyle bir rabıta… Allah esirgesin, tamamen bir surete tapınma. Evet, biz rabıtayı münkir değiliz ama aslına uygun olmayan bir rabıtayı da kabul etmiyoruz. Rabıtaya müstahak olmayan kişilere rabıta yapılmasını kabul etmiyoruz. Hayız ve nifastan kesilmemiş kadınların rabıta yapmasını kabul etmiyoruz. Çünkü düşüneceği kişi bir erkektir şehvetine kapı açar. Henüz o bayan şehvetten kesilmemiştir. Nasıl bir erkeği hayal edebilir?..

“Ben filancadan aldım.” Kimden alırsan al. Allah ve Resûlü’nun yolu bu… Şair öyle diyor, güzel bir beyittir:

Pirler söyler doğru lisan
Sakın deme buna noksan
Benim dersim tamam doksan
Dokuz esmadan almışım.

Ben doksan dokuz esmadan, Allah’ın zikrinden almışım…


Âşık cemalin cimdir
Okumuşum Elif, Mimdir [Elif, Allah (cc); Mim, Muhammed (sav)]
Şeyhimi sorarlar kimdir
Veren Mevlâ’dan almışım…

Mevlâ’dan aldınsa eyvallah. Bunun da alametleri var. Elinde elli tane icazet olsa hiç birine itibar etmem. Senin icazetin halindir, istikametindir, yaşantındır... Bu iş çelik bir bilya gibidir. Bunu yutmak güç iştir. Emin olun bugün ben Meşayıhım/Şeyhim diyen insanlar bu işin mesuliyetini bilmiş olsalar tevbe ederler. Böyle bir şeye talib olmazlar. Allah hepimize hidayet buyursun. 

Geçen haftalarda bir ağabeyimiz geldi, Allah selamet versin, bir yere mensub imiş. Allah zayi etmesin uzun yıllar hizmet etmiş. Ona da hilafet vermişler, halife olmuş. Ve mürşidi vefat etmiş. Başka halifeler de var kalan halifeler birbirine düşmüşler, ‘sana verdi, bana verdi…’ diye. Bu zat da diyor ki: “Çok düşündüm taşındım, şeyhim geldi bana dedi ki ‘sen seyr-i sulûku bitirdin.’ Şeyhimin emrine karşı gelmek istemiyorum ama ben kendimi de biliyorum. Ben hiçbir şey yapmadım. Benim bitirdiğim bir şey yok. Ben kendimi idareden acizim. Nasıl gidip ümmeti Muhammed’e diyeyim ki bende böyle bir hal var? Benim önüme iki tane koyun versen güdemem. Ben tevbe ediyorum böyle bir şeyden vazgeçiyorum. Allah için ben bu cemaate devam etmek istiyorum, ben bu yolu yaşamak istiyorum.” 

Başka bir arkadaş ben şeyhim diyor. Soruyorum Şeyh efendiye evradınız, ezkârınız nedir, ne yapıyorsunuz? Adam misal otuz sene çalışmış ama bugün giren müridin de dersi aynı şeyh makamında olan zatın da dersi aynı… “Bu nasıl oluyor, sen hiçbir sulûk takip etmedin mi? Bir usul, bir yöntem takip etmedin mi?” dediğimde, Biz öyle bir şey bilmiyoruz diyor. Peki, yanına gelenlere ne vereceksin, neyi yaşatacaksın? Ne bir sulûk var ne bir murakabe var... Ne huzuru biliyor ne murakabeyi biliyor ne müşahedeyi-mücahadeyi biliyor... Ne zikir değişmiş ne letaiften haberi var, ne haps-i nefes ne nefy-i isbat var. Hiçbir şey bilmiyor… Diyor ki “Girdim bana bu kadar ders verdiler. Herkes bunu yapıyor ama bana verdiler.” Peki nasıl sana verdiler? “Efendim rüyada gördüm… Bu zat benim hakkımda rüya görmüş…” Kardeşler kimsenin ayağımızın altına muz kabuğu koymasına izin vermeyelim. Evliyadan birisi öyle buyurmuş: “Rüyalara itibar etmeyin, rüya uyku dışkısıdır.” Çok güzel ifade. Rüyaya itibar edilmez. Bana her gece rüyamda bir sürü şeyler söylüyorlar. Allah’a sığınırım. İstikamet, ilim… Kitap ne söylüyor biz ona bakacağız. Kur’ân ne söylüyor, sünnet ne söylüyor, biz ona bakacağız. Takvanın esaslarına sarılacağız. Sen takvaya riayet et, velisin. İlla sana birisinin ‘sen şeyhsin’ demesine gerek yok. Senden ümmeti Muhammed nasibi kadar istifade eder. İlla tarikat vermen şart değil millete istikamet ver, hakikati anlat. Bu dini anlatmak için şeyh olmak lazım değil. Dini bilmek lazım, yaşamak lazım. Dedik ya: “Yolumuz öğrenmek ve öğretmekledir.” Bu yol bununla. 

Bir tarih İstanbul’da bir dergâhta bir zat olduğunu işittim, dedim ziyaret edeyim. Gittim Şeyh efendi dedi ki: “Ben seni çok sevdim, halin güzel. Buraya bir çuval pirinç al dervişler pilav yapıp yesinler, sana bir icazet yazayım.” Bir çuval pirince icazet… Dedim kalsın, gel istediğin kadar icazeti ben sana yazayım. Bu iş yazıyla ise ben sana yazayım istediğin kadar. Bu hale dönmüş artık. 

Şeyhim Hazretleri buyuruyor ki: “Büyük Şeyh Efendimiz (Ahmed Haznevi Hazretleri) beni tuttu. ‘İbriği al peşime gel.’ buyurdu. Ben de zannettim abdest alacak. İbriği aldım onunla yürüdüm. Ormana girdik, ormanda ilerledik. Bir açık alanda durduk. Şeyhim elimden tuttu dedi ki:

-Molla Abdulhakim! Şu anda bulunduğumuz bu mekânda, yerde ve gökte ne kadar melek varsa, böcek, kuş varsa; yani ne kadar yaratılmış mahlûkat varsa hepsi Rabbimin huzurunda şahit olsun, Sen de yemin et, sana soracağıma doğru cevap vereceksin. Üstadımız, “Korktum, titremeye başladım ve bayıldım.” buyuruyor. “Bu kadar şahit huzurunda ne soracak Ya Rabbi? Şeyhim yüzüme su serpti kendime geldim. Elimden tuttu dedi,

-Yemin et… Yemin et bana doğru söyleyeceksin… Ben yine bayıldım. Kaldırdı beni dedi ki, 

-Ölsen kurtuluş yok. Doğru söyleyeceğine yemin et… Dedim ki bildiğim bir şeyse yemin ediyorum doğru söyleyeceğim. Bana buyurdu ki,

-Sen ilimde mükemmel bir âlimsin. -Şeyh Efendimiz tam otuz sene ilim okumuş, ilimle meşgul olmuş- Bunca senedir ders okuyor/okutuyorsun. Gerçekten ilimde rasih bir âlimsin, otoritesin. Bu kadar zamandır da benim yanıma gelip gidiyorsun. Allah için söyle, bu kadar zamanda benim şeriata uymayan, şeriata muhalif bir halimi gördün mü? Bana söyle…

Şeyhimiz buyuruyor, ben şaşırdım ve dedim elhamdulillah, rahatladım. Ne soracağını bilmediğim için korkuyordum ve bayılıyordum, şimdi gönül rahatlılığıyla “yemin ediyorum” dedim. Eğer Kitap kabul etse, Kur’ân demeseydi ki: “Ve hateme’n-Nebiyyin” Hazreti Muhammed son peygamberdir, vallahi ben diyecektim ki sen peygambersin. Sende değil ki hilafı şer, zayıf kavillerle bile amel görmedim… Sende zayıf hadislerle bile amel görmedim…

O büyük insanlar kendilerini böyle muhasebe/kontrol etmişler. Nefislerini böyle sigaya çekmişler. Şimdi ‘bize vermişler, almışlar…’ Nedir bunlar yahu? Ortada şeriat yok, tarikat yok… Diyorlar ki “Efendim hikmet var…” Ne hikmeti? Hangi hikmet ki şeriattan süzülüp gelmiyor? Hangi hakikat ki şeriatla mutabık değil? 

Cenâbı Hak bu manada birbirimize yardım etmeyi, şefaatcı olmayı lütfeylesin. Birbirimize Hakk’ı/sabrı tavsiye edebilmeyi, Hakk’ı yaşayıp yaşatmayı sabredebilmeyi lütfeylesin. Âmin diyenleri Cenâbı Hak iki cihanda emin eylesin…

-Makâle, Hâce Hazretleri’nin (ks) yapmış olduğu bir cumartesi sohbetinden derlenmiştir...

 

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2010 NİSAN SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR